Ne 1982 Anayasası’nda ne 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda, kamulaştırma teriminin mutlak bir tanımı yapılmamıştır.
Anayasamızın 46. maddesinin ilk fıkrası şu şekildedir:
“Devlet ve kamu tüzel kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir”.
Bu hükümden hareketle kamulaştırmayı; “Devletin, kamu yararının gerektirdiği hallerde kamu gücünü kullanarak, özel kişilere ait taşınmazlara karşılığını ödemek suretiyle el koyması ve bunları kamu hizmetine özgülenmesi” şeklinde tanımlayabiliriz.
Yargıtay da bir kararında “Hiç şüphe yok ki kamulaştırma bir haksız fiil değildir. Anayasa tarafından kabul edilen hukuka uygun bir müessesedir. İdare ile mal sahibi arasında akdi (sözleşmesel) bir ilişkinin varlığından da söz edilemez. Zira akitte (sözleşmede) esas olan, tarafların serbest iradelerinin birleşmesidir. Burada, gerek hukuki işlemin kurulmasında gerekse unsurların tespitinde serbest iradelerin birleştiğinden söz edilemez. Şu halde kamulaştırma parasını (bedelini), hukuka uygun bir idari işlem sonunda malı alınana verilen bir karşılık olarak nitelemek yerinde olur.” demiştir.
- Türkiye’de kamulaştırma nasıl yapılmaktadır?
Ülkemizde kamulaştırma uygulamaları, dayanağını Anayasanın 46. maddesinde bulan 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu uyarınca yapılmaktadır. Kamulaştırma Kanunu, 2001 yılında köklü değişikliklere uğramıştır. En önemli değişiklik, taşınmazı kamulaştırılan kişinin (malikin) kamulaştırma bedelinin artırılması için dava açmasının artık mümkün olmamasıdır. Bunun yerine, kamulaştırmayı yapan idare “kamulaştırma tespit ve tescil davası” denen davayı malike karşı açmakta ve kamulaştırma bedeli bu dava kapsamında belirlenmektedir.