Aile hukukuna ilişkin Yargıtay kararları

Aile hukukuna ilişkin Yargıtay kararları

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2009/2-402

Karar: 2009/484

Karar Tarihi: 04.11.2009

(4721 S. K. m. 164) (743 S. K. m. 132) (YİBK. 27.03.1957 T. 1956/10 E. 1957/1 K.) (2. HD. 05.05.2004 T. 2004/4901 E. 2004/5829 K.) (HGK. 18.04.2007 T. 2007/5-233 E. 2007/221 K.)

Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karşıyaka 1. Aile Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 25.7.2007 gün ve 2007/201-679 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 01.12.2008 gün ve 2007/17474 E. – 2008/16334 K. sayılı ilamı ile; (<…Yapılan soruşturmaya, toplanan delillere, kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere, özellikle ihtarın, Türk Medeni Kanunu’nun 164. maddesi ile 27.03.1957 gün ve 10/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’na uygun bulunduğu, davanın süresinde açılmış olduğu anlaşılmaktadır. Davalının ortak konutu terkte haklı oluşu ona hayat boyu eşinden ayrı yaşama hakkı vermez. Davalı kanunen korunmaya değer bir sebep olmadığı halde ortak konutta aile birliğine dönmeğinden davacı koca dava açmakta haklıdır. Davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur…>) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davacı vekili.

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 164. maddesine dayalı terk nedeniyle boşanma istemine ilişkindir.

Davalı kadın, eldeki dava açılmadan evvel 09.03.2005 tarihinde nafaka davası açmış; mahkemece, müşterek evlilikte davacı kocanın, haklı bir neden olmaksızın davalı kadını birlikte yaşamaktan kaçınmaya zorlayan davacı erkeğin kusurlu olduğu ve bu nedenle davalı kadının ayrı yaşamakta haklı olduğu, davalı kadının geçimi için ayrı yaşama döneminde istediği tedbir nafakasının davalı kocanın ekonomik durumu nazara alınarak belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne 09.02.2006 tarihinde karar verilmiş; karar davacı koca tarafından temyiz edilmiş; Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nce, 05.06.2006 tarihinde onanmıştır.

Davacı koca, nafaka davası kesinleştikten sonra 25.09.2006 tarihinde Karşıyaka 1. Aile Mahkemesi’ne başvurarak; davalı kadının müşterek konutu terk ettiğini, davacının çabasına rağmen davalı kadının ortak konuta dönmediğini belirterek, davalıya eve dönmesi, aksi taktirde boşanma davası açılacağı konusunda ihtar kararı verilmesini istemiştir. Mahkemece 27.09.2006 gün ve 2006/105 D. iş Esas, 55 Karar sayısıyla ihtar kararı verilmiş ve davalının imzasına 12.10.2006 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Eldeki dava, terke dayalı boşanma istemiyle 02.03.2007 tarihinde açılmış, mahkemece davalı tanıklarının beyanları da nazara alınarak, davalı eşine hakaret eden, şiddet uygulayan, evden kovan, evin anahtarını değiştiren davacı kocanın olayların oluşumunda tam kusurlu olduğu, bu nedenle davalı kadının eve dön ihtarına uymak zorunda olmadığı, davacı kocanın eve dön ihtarında samimi olmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine, özel dairece karar yukarıda açıklanan gerekçeyle ve davanın kabulü gerektiğinden bahisle oyçokluğu ile bozulmuştur.

Mahkemece, önceki kararda direnilerek davanın reddine karar verilmiş; hükmü davacı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda terk olgusunun yasal anlamda gerçekleşip gerçekleşmediği; terk edilen eşin gerçekte davacı mı, davalı mı olduğu ve buna göre de davacının terke dayalı boşanma davasını açabilmek yönünden taraf sıfatına sahip olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Öncelikle, terke dayalı boşanma davasının yasal dayanağı ve koşullarının irdelenmesinde yarar vardır:

Terk hukuksal nedenine dayalı boşanma:

01.01.2002 tarihinde yürürlükten kaldırılan (mülga) 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 132. maddesinde;

Karı kocadan biri, evlenmenin kendisine tahmil ettiği vazifeleri ifa etmemek maksadiyle diğerini terkettiği veya muhik bir sebep olmaksızın evine dönmediği takdirde, ayrılık en az üç ay sürmüş ve devam etmekte bulunmuş ise diğeri boşanma davasında bulunabilir. Davaya hakkı olan tarafın talebi ile hakim, diğer tarafa bir ay zarfında evine avdet etmesini ihtar eder. Bu ihtar icabında ilan tarikiyle yapılır. Şu kadar ki boşanma davasını ikame için muayyen müddetin ikinci ayı hitam bulmadıkça ihtar talebinde bulunulamaz ve ihtar vukuunda bir ay bitmeden dava ikame olunamaz.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 164. maddesinde ise:

Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hakim tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.

Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hakim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi halinde doğacak sonuçlar hakkında uyanda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilan yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz> şeklinde düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere, 743 Sayılı eski yasada, terk eden veya dönmeyen eşe karşı <diĞerinin>dava açacağı ifade edilmiş; 4721 Sayılı Yasada ise; açıklanan şekilde terk eden veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmeyen eşe karşı; açabileceği> şeklinde yer alan hüküm ile dava açacak olanın terk edilen eş olduğu açıkça belirtilmiştir. Maddenin aynı fıkrasının son cümlesinde de: < Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır> düzenlemesi getirilerek, terk sebeplerine önceki hükümde yer almayan sayılma> hali ilave edilmiştir.

Daha açık ifadeyle, yukarıya aynen metni alınan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 164. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi ile yeni getirilen düzenleme ile artık eşini terke zorlayan veya ortak konuta dönmesini engelleyen eş de, terk etmiş sayılmaktadır.

Şu durumda, maddenin tümü ele alındığında ve buna bağlı olarak eş> kavramlarının üzerinde durulmasında yarar vardır:

Önemle vurgulanmalıdır ki, burada eş> kavramına sadece evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk eden veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmeyen eş girmemekte; yasanın açık hükmü gereği bu kavram diğer eşi terke veya dönmemeye zorlamakla terk etmiş sayılan eşi de kapsamaktadır.

Öyle ise, sadece eşi evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla kendisini terk eden veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmeyen eş değil, eşi tarafından terke zorlanan veya ortak konuta dönmesi engellenen eş de kavramına girmektedir.

Zira yasa, diğerini ortak konutu terke zorlayan veya haklı sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eşin de terk etmiş sayılacağını açıkça düzenlemiş ve davaya hakkı olan eş kavramına yer vererek bu eşe de terk edilen sıfatıyla dava açma hakkı getirmiştir.

Nitekim, öğretide de, ortak konutta birlikte yaşayan eş, evden kovulmuş veya fiilen evden ayrılmaya zorlanmışsa, terk eden eş, evden ayrılan eş değil, ayrılmaya zorlayan eş olarak kabul edilmektedir (Köseoğlu, Bilal – Kocaoğlu, Koksal: Aile Hukuku ve Uygulaması – Bilimsel Görüşler ve Yargı İçtihatları, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara Ekim 2009, s. 42).

O halde, terke zorlayan veya eve dönmeyi engelleyen eşin, terk nedeniyle boşanma davası açma hakkı bulunmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu sonucun, yasanın konuluş amacına da uygun olduğu anlaşılmaktadır.

Aksine görüşün kabul edilmesi halinde, evden kovulan veya fiilen ayrılmaya zorlanan eşin karşısında, haksız konumda bulunan eşe, boşanma davası açma hakkının tanınmasının, hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturacağı her türlü duraksamadan uzaktır.

Durum bu olunca; maddede eş> deyimini olarak anlamak ve bu eşin dava hakkı bulunduğunu kabul etmek gerekir.

Nitekim özel dairenin benzer davalardaki uygulamasını ortaya koyan 05.05.2004 tarih ve 2004/4901 E. – 5829 K. sayılı ilamında da; <tÜrk edilen=”” medeni=”” kanunu’nun=”” 164.=”” maddesi=”” gereğince,=”” terk=”” eş,<br=””>boşanma davası açabilir. Terk eden eşin, bu sebebe dayanarak boşanma davası açma hakkı bulunmamaktadır. Diğerini, ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de, terk etmiş sayılır> gerekçesine yer verilmek suretiyle aynı kabul şekli benimsenmiştir.

Hemen burada, açıklanan olguların davacının taraf sıfatına etkisi üzerinde de durulmalıdır.

Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Kuru, Baki – Arslan, Ramazan – Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınlan, Ankara 1995, 7. baskı, s. 231).

O halde dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınlan, Ankara 1995, 7. baskı, s. 231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s. 307).

Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için defi değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.

Nitekim aynı ilke, Hukuk Genel Kurulu’nun 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Bu açıklamalar karşısında terke dayalı boşanma davasında dava açma hakkı, kanunun açık deyimiyle sadece ait bulunduğundan, diğer eşi ortak konutu terke zorlayan veya ortak konuta dönmesini engelleyen eş konumunda olmakla, terk nedeniyle boşanma davası açma hakkı bulunmamaktadır.

Bu açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı kadının gösterdiği tanıkların beyanları ve dosya kapsamına göre, davacı eşin davalı olan eşini ortak konutu terke zorladığı gibi, ortak konutun anahtarını değiştirmek suretiyle eve dönmesini engellediği de sabittir.

Bu olgu ile yukarıda açıklanan <diĞerini ortak<br=””>konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır> şeklindeki yasal düzenleme birlikte ele alındığında davacı eşin gerçekte iddia ettiği gibi eş olduğunun kabulü gerekir.

Durum bu olunca davacının, terk edilen eşe ait bulunan terke dayalı boşanma davası açma hakkı da bulunmamaktadır.

Tüm bu açıklamalar ışığında; davanın reddi sonucu itibariyle doğru ise de, yerel mahkemenin gerekçesi usul ve yasaya uygun olmadığından, direnme kararının yukarıda ayrıntısıyla açıklanan şekilde terke zorlayan veya eve dönmeyi engelleyen eşin dava açma hakkının bulunmaması nedeniyle davacı eşin taraf sıfatı bulunmadığından davanın reddi gerektiği yönündeki değişik gerekçe ile onanması gerekmiştir.

Sonuç: Açıklanan gerekçeyle; davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile temyiz olunan direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçelerle ONANMASINA, gerekli ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 04.11.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Karşı Oy

TMK’nun 164. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, terk nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için, eşlerden birinin evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk etmesi ya da haklı bir neden olmadan eve dönmemesi gereklidir. Burada söz konusu olan davalı eşin haklı bir nedenle evi terk etmesi değil, usulüne uygun davete rağmen haklı bir sebep olmadan müşterek konuta dönmemesidir. Aksi düşünce bir kez olumsuz bir olay meydana geldikten sonra, kadın ihtara uymamak hakkını elde etmiş olacağından, hiçbir biçimde boşanma davası açılması mümkün olmayacaktır. Yani davalı terkte haklılığını ileri sürerek, dönmemekte haklılığa dayanamaz. Evi terkteki haklı nedenlerin (şiddet; hakaret, kovma gibi) olayların özelliğine göre, makul bir süre sonra eve dönmeme nedeni olarak ileri sürülemiyeceği kabul edilmelidir.

Somut olayda, kadın 20.7.2004 tarihinde evi terk etmiştir. Bu dava ise 02.03.2007 tarihinde açılmıştır. Evi terkten sonra iki yılı aşkın bir süre geçtiği halde, davalı kadın eve dönmemiştir. Bu süre, manevi yaraların sarılması, olayların unutulması ve hoşgörü ile karşılanması için yeterli bir süredir. Davalı kocanın eve dön ihtarı bir anlamda; eşinden özür dileme, evlilik yaşamına devam etme arzusudur. Davalı kadın bu arzunun iyi niyetle olmadığını da kanıtlayamadığı gibi, eve döndüğünde aynı olayların devam edeceği yolunda bir delil de getirememiştir.

Bu nedenle, usulüne uygun ihtara karşın eve dönmeyen ve dönmemekte haklılığını kanıtlayamayan kadın hakkında terk nedenine dayalı davanın, diğer koşullarda gerçekleşmiş bulunduğu anlaşılmakla kabulü gerektiğinden, mahkemenin aksi düşünce ile davanın reddine karar verilmesi yerinde değildir.

Bunun yanında; TMK. 164. maddenin son fıkrası ile eşini evi terk etmeye zorlayan veya haklı bir neden olmaksızın, ortak konuda dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır hükmü getirilmiştir. Bu düzenleme şiddet, hakaret ve kovma gibi olaylar nedeniyle evden ayrılmak zorunda kalan ya da ortak konuta dönmesi engellenen eşin de terk nedenine dayalı dava açabilmesine olanak sağlama amacına yöneliktir. Ancak bu hükümle, eşinin evi terk etmesine neden olan ya da onu terke zorlayan eşin, eşini davet etmesi ve boşanma davası açma hakkının oradan kalktığı kabul edilemez. Böyle bir düşünce, haklı nedenlerle evden ayrılan eşin, boşanma davası açmaması halinde diğer eşin hayat boyu, eşini eve davet etmesi, onunla birlikte müşterek yaşamı yeniden devam ettirme arzusunu da ortadan kaldırır. Bir olayla örneklersek şiddet gördüğü için evi terk eden kadını, bundan pişmanlık duyduğu için eve davet etmek isteyen kocaya bu hakkı vermemiş oluruz ki, yasal düzenlemenin bu amaca yönelik olmadığı düşüncesindeyim.

Yukarıda açıklanan gerekçelerle, daire kararının yerinde bulunduğu düşüncesiyle sayın çoğunluğun onama yönündeki görüşüne katılmıyoruz.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2005/13779

Karar: 2005/17993

Karar Tarihi: 03.10.2005

(4721 S. K. m. 166)

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hükmün temyizen mürafaa icrası suretiyle tetkiki istenilmekle duruşma için tayin olunan bugün temyiz eden Yaşar Eraslan vekili Av. İlkay Efe ve karşı taraf Gözde Eraslan vekili Av. İlke Erol geldi. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Karar: Yapılan soruşturma, toplanan delillerle davalının aşırı kıskançlık gösterdiği, eşine ağır hakaretlerde bulunduğu ve aşırı şekilde alkol aldığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya (TMK. md. 166/1) karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Davacının temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, duruşma için takdir olunan 450 YTL. vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2009/21206

Karar: 2010/395

Karar Tarihi: 13.01.2010

(4721 S. K. m. 165, 166, 405)

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda; mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü.

Karar: Dava, evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK. md. 166/1) hukuki nedenine dayalı boşanma isteğine ilişkindir. Türk Medeni Kanunu’nun 165. maddesine dayalı bir dava bulunmamaktadır. Davalıda denilen akıl hastalığı bulunduğu ve vasi tayini gerektiği İnegöl Devlet Hastanesi raporu ile belirlenmiş ve davalı Türk Medeni Kanunu’nun 405. maddesi gereğince kısıtlanarak kendisine vasi atanmıştır. İradi davranışlar kusura dayalı boşanma sebebi olabilir. Mevcut rahatsızlığı nedeniyle davalının davranışlarının iradi olduğundan ve kusurlu bulunduğundan söz edilemez. Öyleyse Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesine dayanılarak açılan davanın reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 13.01.2010

T.C. YARGITAY 2.Hukuk Dairesi

Esas: 2009/2203

Karar: 2010/6062

Karar Tarihi: 30.03.2010

(4721 S. K. m. 166)

Dava ve Karar: 1- Toplanan delillerden davacı-davalı kadının tanıklarının beyanında geçen olaylardan sonra evlilik birliğinin devam ettiği anlaşılmaktadır.

Türk Medeni Kanunu’nun 166/1-2 maddesi uyarınca; boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğini, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa dinlenen davacı-davalı tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunun kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davacı-davalı kadının boşanma davasının reddine karar verilmesi gerekirken delillerin taktirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi doğru görülmemiştir.

2- Davacı-davalı kadının birleşen aile konutu ile ilgili tapu iptal ve tescil davasının bu dosyadan tefriki ile boşanma davasının sonucu beklenip, delillerin birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar vermek gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1. ve 2. bentte gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre tarafların sair temyizin ve vekalet ücretine yönelik itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.03.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2009/2-69

Karar: 2009/109

Karar Tarihi: 04.03.2009

(4721 S. K. m. 166, 194)

Dava: Taraflar arasındaki <boŞanma>davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Küçükçekmece 1. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.01.2007 gün ve 2006/236 E.,2007/46 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 28.01.2008 gün ve 2007/6220 E.,2008/557 K. sayılı ilamı ile;

(… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle yetkili mahkeme doğru gösterilmediğinden davalının yetkiye yönelik itirazları yersizdir.

2- Tarafların esasa ilişkin temyizlerinin incelenmesine gelince;

  1. A) Taraflardan ve üçüncü kişilerden aktarılan olaylar hükme esas alınamaz. Davacı tanıklarının beyanında geçen olaylardan sonra birlik devam etmiştir. Boşanmaya neden olan olaylarda birlik görevlerini yerine getirmeyen başka kadınla yaşayan davacı koca tamamen kusurludur.

Türk Medeni Kanununun 166. maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonrada mademki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.

Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz yada az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır.

Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır. (TMK. md.166/2)

Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

  1. B) Davalı kadının aile konutu şerhi (TMK. md. 194) isteği konusunda harcı verilerek usulüne uygun açılmış bir dava ve karşı davası bulunmadığı halde yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir…),

Gerekçesi ile hükmün 2/A-B bentlerinde gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma sebebine göre tarafların sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, davalının yetkiye yönelik temyizinin 1.bentte gösterilen nedenlerle Onanmasına karar verilerek dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece boşanma yönünden önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K. nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 04.03.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2007/19453

Karar: 2009/231

Karar Tarihi: 19.01.2009

(4721 S. K. m. 166)

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm kocanın boşanma davası yönünden temyiz edilmekle evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:

Bir kısım davacı tanık beyanlarında geçen olaylardan sonra davacı-davalı koca, davalı-davacı kadını müşterek haneye çağırmış, önceki olayları affetmiş, en azından hoşgörü ile karşılamıştır. Terk nedenine dayalı dava bulunmamaktadır. Eşine şiddet uygulayan davacı-davalı koca tamamen kusurludur.

Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.

Öyle ise Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır.

Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır (TMK. md. 166/2).

Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 19.01.2009

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2005/5890

Karar: 2005/8164

Karar Tarihi: 24.05.2005

(4721 S.K. m.166,197,206)

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: 1- Toplanan delillerden davacı kocanın sadakatsiz davranışlarına karşın, davalı kadının da eşine sürekli olarak “pezevenk, şerefsiz, Allah belanı versin, boynun altında kalsın” şeklinde hakaretlerde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Dava, boşanmaya ilişkin olup, davalı iddianın yerinde olmadığını savunmuştur. Toplanan delillere göre davalının, devamlı olarak davacıya kişilik haklarına ağır saldırıda bulunduğu gerçekleşmiştir. Bu haksız tutum ve davranış karşısında davacı için boşanma davası açmak hakkı doğmuştur. Davacının sadakatsiz hali mahkemece ağır kusur sayılarak dava reddolunmuştur. Oysa davacının sadakatsiz davranış içinde olması davalının ona mütemadi suretle saldırıda bulunmasına hak vermez. Davanın bu sebeple reddi, neticesi bakımından davalıya bundan sonra davacıya saldırma imkanı verir. Böyle bir düşünüş bizzat ihkakı hakka imkan vermek sonucunu doğurur. Olayda bir tarafın kusurunu diğerinden ağır kabul etmek mümkün değildir. Evlilik birliği temelinden sarsılmış ( TMK. md.166/1 ) olup, iki taraf yönünden de devamı beklenemez. Bu itibarla boşanma kararı verilmesi gerekirken davanın yetersiz gerekçe ile reddedilmiş olması usul ve kanuna aykırıdır.

2- Kocanın bir başka kadınla yaşamak üzere evi terk etmesinden sonra kadının da ortak konutu terk edip, çocuklarıyla beraber Diyarbakır’a ailesinin yanına gittiği halen de burada yaşadığı anlaşılmaktadır. Davalı kadının ayrı yaşamakta haklılığı bu nedenle kabul edilmelidir. Türk Medeni Kanununun 197. madde koşulları oluşmuştur. Kadının bu maddeye dayanarak açtığı davanın kabulü ile yararına uygun nafaka takdiri gerekirken yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

3- Davalı-davacı kadın, Türk Medeni Kanununun 206. madde uyarınca yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminin mal ayrılığına dönüştürülmesine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece bu konuda taraf delilleri toplanıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Hükmün 1.bentte gösterilen nedenle davacı koca yararına, 2. ve 3. bentlerde gösterilen nedenlerle davalı kadın yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre temyize konu diğer hususların incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.05.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2004/824

Karar: 2004/2160

Karar Tarihi: 24.02.2004

(4721 S. K. m. 166)

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

1-Terk nedenine dayalı bir dava bulunmamaktadır.

Türk Medeni Kanununun 166.maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonrada mademki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.

Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166.maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz yada az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır.

Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır.(TMK.md.166/2)

Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

2- 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4/1 maddesi; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ikinci kitabından (MK. md. 118-494) kaynaklanan bütün davaların Aile Mahkemesinde bakılacağını, geçici 1. maddesi de; sonuçlanmamış davaların yetkili ve görevli aile mahkemesine devredileceğini hükme bağlamıştır. Karar bozulmakla sonuçlanmamış hale gelmiştir. Bu açıklama karşısında işin görev yönünün de düşünülmesi zorunludur.

Sonuç:Temyiz edilen hükmün 1. bentte gösterilen nedenle BOZULMASINA bozma kapsamı dışında kalan sair hususların incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 24.02.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2008/2-327

Karar: 2008/349

Karar Tarihi: 30.04.2008

(4721 S. K. m. 166) (YHGK. 22.10.2008 T. 2008/2-646 E. 2008/648 K.)

Dava: Taraflar arasındaki <boŞanma>davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çanakkale 1. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.06.2006 gün ve 2005/395 E., 2006/275 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 7.3.2007 gün 2006/16709 E., 2007/3462 K. sayılı ilamı ile onanmış, davalı vekilinin karar düzeltme talebi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 6.6.2007 gün 2007/8531-9497 sayılı ilamı ile

(…Taraflar arasında davalı kadından kaynaklanan ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizliğin varlığı kanıtlanamamıştır.

Türk Medeni Kanununun 166/1-2 maddesi uyarınca; Boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa dinlenen davacının tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise, sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

Ne var ki işin temyiz incelemesi sırasında bu husus gözden kaçtığından; davalının karar düzeltme talebinin kabulüne, Dairemizin onama kararının kaldırılarak, mahkeme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma isteğine ilişkindir.

Davacı vekili, şiddetli geçimsizlik nedeniyle tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemenin; gerekçesi ile davanın kabulüne dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme önceki gerekçesini tekrarla direnme kararı vermiştir.

Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun belirlenmesi gerekir.

Aksi halde, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı bir durum oluşur. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi, karşı tarafın kusurlu hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadığı halde, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da birliğin çekilmez hal aldığını ileri sürerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.

Bu durum da kanunun cevaz verdiğini düşünmek mümkün değildir.

Somut olayda, evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylar davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmakta olup davalıya atfı kabil hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu karşı koyma hali hakkın kötüye kullanılmak olarak da nitelendirilemez.

Az da olsa kusuru bulunmayan kadın davanın reddini istediğine göre boşanma kararı verilemez. Bu karşı koyma hali hakkın kötüye kullanılması olarak ta nitelendirilemez.

O halde Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 30.04.2008 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2008/3919

Karar: 2009/9983

Karar Tarihi: 26.05.2009

(4721 S. K. m. 166)

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm, davacı-davalı (kadın) tarafından her iki boşanma davasına ilişkin olarak temyizen murafaa icrası suretiyle tetkiki istenilmekle duruşma için tayin olunan bugün temyiz eden Hikmet ile vekili avukat ve karşı taraf Arif vekili avukat geldi. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü.

Tarafların komşusu tanık Güler, davacı-davalıyı en son evden ayrılırken yüzünde şişlik ve şekil bozukluğu olduğu halde gördüğünü, bu ayrılma sonucu davacı-davalı kadının sığınma evine sığındığını ifade etmiştir. Adli Tıp Raporu’nda da, davacı-davalıda tespit olunan travmatik lezyonların 15.10.2003 tarihine kadar geçen yaklaşık 20 günlük zaman dilimi içinde maruz kaldığı künt travma sonucu oluşabileceği bildirilmiştir. Açıklanan tanık beyanı ve rapor içeriğinden davalı-davacının eşine fiziki şiddet kullandığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Davacı-davalının evlilik birliğini temelinden sarsacak nitelik ve derecede bir kusuru kanıtlanamamıştır. Gerçekleşen bu duruma göre davacı-davalı (kadın)’nın boşanma davasının kabulüne, davalı-davacı koca tarafından açılan boşanma davasının ise reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Davacı-davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, duruşma için takdir olunan 625.00.-TL vekalet ücretinin Arif’den alınıp Hikmet’e verilmesine temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 26.05.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2008/6387

Karar: 2009/8980

Karar Tarihi: 07.05.2009

(4721 S. K. m. 166)

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda Mahalli Mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Karar: Yapılan soruşturma, toplanan delillerle davalının, eşine fiziki şiddet uyguladığı, hakaret ettiği ve aşırı borçlanarak eve hacizler gelmesine sebep olduğu anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya (TMK. md. 166/1) karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Davacının temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 07.05.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2008/5724

Karar: 2009/8745

Karar Tarihi: 05.05.2009

(4721 S. K. m. 174)

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Karar: 1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2- Davalı kocadan kaynaklanan, davacının kişilik haklarına saldın niteliğinde maddi bir olayın varlığı kanıtlanmamıştır. Türk Medeni Kanunu’nun 174/2. madde koşulları davacı lehine gerçekleşmediği halde manevi tazminat takdiri doğru olmamıştır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün 2. bentte açıklanan nedenle manevi tazminat yönünden davalı yararına BOZULMASINA, hükmün bozma kapsamı dışında kalan yönlerin 1. bentte belirtilen nedenle ONANMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 05.05.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2008/2352

Karar: 2009/7731

Karar Tarihi: 21.04.2009

(4721 S. K. m. 194, 1023)

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hükmün temyizen murafaa icrası suretiyle tetkiki istenilmekle duruşma için tayin olunan ve temyiz eden davalılardan Halime ile vekili avukatlar ve karşı taraf davacı vekili avukat geldi. Diğer davalı Mustafa vekili tebligata rağmen gelmedi. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü.

Davacı Meryem, eşi davalı Mustafa’ya ait 206 ada 40 parselde kayıtlı 6 no’lu bağımsız bölümün 07.01.2005 tarihinde diğer davalı Halime’ye satıldığını, yerin aile konutu olduğunu ileri sürerek tapusunun iptali ile davalı eşi adına tescilini talep etmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dava konusu yerin aile konutu olarak özgülendiği tartışmasızdır.

Türk Medeni Kanunu’nun 194/1. maddesi uyarınca <eŞlerden eşin=”” biri=”” diğer=”” açık=”” rızası=”” bulunmadıkça=”” ile=”” ilgili=”” kira=”” sözleşmesini=”” feshedemez;=”” konutunu=”” devredemez=”” veya=”” aile=”” konutu=”” üzerindeki=”” hakları=”” sınırlayamaz.=””>

Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesine göre

Toplanan delillere göre, davacı Meryem, davalı Halime’nin taşınmazı satın alırken bu yerin aile konutu olduğunu ve kendisinin rızasının bulunmadığını bildiğini ispatlayamamıştır. Davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Temyiz olunan hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, duruşma için takdir olunan 625.00.-TL. vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalılardan Halime’ye verilmesine, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.04.2009 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi Esas: 2009/4466 Karar: 2009/7493 Karar Tarihi: 20.04.2009

(4721 S. K. m. 2)

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda Mahalli Mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Tarafların anlaşarak boşanma taleplerine ve bu yönde hüküm almalarına rağmen, hüküm tebliğ ettirilmeyip, iki yıldan fazla birlikteliğin sürdürülmesi, açıklanan iradelerinin samimi olmadığını gösterir. 2 yıl 6 ay sonra hükmün tebliğ ettirilmesi Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi ile bağdaşmaz. Bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 20.04.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2008/4260

Karar: 2009/7171

Karar Tarihi: 14.04.2009

(4721 S. K. m. 214)

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda Mahalli Mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Karar: 1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davacının aşağıdaki bendin dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2- Davacı, boşanma davasına ilişkin dava dilekçesinde; evlilikleri süresince kazancını davalıya verdiğini, bu suretle edinilen mallara katkısının olduğunu ileri sürerek, edinilen mallar üzerindeki haklarının verilmesini de istemiş; 18.06.2007 ve 27.06.2007 tarihli dilekçelerinde de, davalı adına kayıtlı olan taşınmaz, araç ve bankadaki mevduatın 1/2′şer oranda kendi adına tescilini, olmadığı takdirde taşınmaza olan katkısı nedeniyle 75.000.-TL’nin, aracın yan değeri olan 10.000. TL’nin ve F. Bank’taki hesaptan çekilen paranın yansı olan 97.500. TL.’nin yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Gösterilen değerler üzerinden nisbi peşin harcı da 27.06.2007 tarihinde yatırmıştır. Davacının, taşınmaz, araç; ve bankadaki mevduata ilişkin taleplerinin incelenebilmesi için, eşler arasındaki mal rejiminin sona ermiş olması zorunludur, Aralarındaki mal rejimi sona ermeden açıklanan taleplerin esası hakkında hüküm kurulamaz.

O halde, davacının, mal rejiminden kaynaklanan taleplerinin boşanma davasından tefrik edilmesi, boşanma davasının sonucuna kadar yargılamanın bekletilmesi ve hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, açıklanan husus gözetilmeden kesin hüküm oluşturacak şekilde ret hükmü kurulması doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacının davalı yararına takdir edilen nisbi vekalet ücretine ilişkin temyiz itirazları ile harçlara ilişkin yönlerin incelenmesine yer olmadığına, hükmün bozma kapsamı dışında kalan ve incelenmeyen yönler haricindeki kısımlarının yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.04.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2009/2-156

Karar: 2009/194

Karar Tarihi: 13.05.2009

(4721 S. K. m. 166)

Dava: Taraflar arasındaki <boŞanma>davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 1. Aile Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 20.12.2006 gün ve 2005/399 E. 2006/809 K. sayılı kararın incelenmesi, taraflarca istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 13.03.2008 gün ve 2007/5793-2008/3315 sayılı ilamı ile;

(…Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda eşine şiddet kullanan, hakaret eden ve birlik görevlerini yerine getirmeyen davacı koca tamamen kusurludur.

Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan yine böyle bir düşünce tek taraftı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.

Öyle ise Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz yada az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır.

Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmaktadır.

Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken Yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve Kanuna aykırıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararma uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 13.05.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2008/12583

Karar: 2009/14812

Karar Tarihi: 23.07.2009

(4721 S. K. m. 166)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesinde ifadesini bulan evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuksal talebine dayanılarak açılmış, davacı maddi olay olarak eşinin tabir edilen rahatsızlığı sebebiyle onunla cinsel ilişkiye giremediğini göstermiştir. Davalıda rahatsızlığının mevcut olduğu taraflar arasında bu sebeple cinsel ilişkinin gerçekleşmediği, davalının halen bakire olduğu alınan raporla belirlenmiş ise de, bu rahatsızlığın tedavi edilebilir nitelikte olduğu sabittir. Davalının tedaviden kendi iradesiyle kaçındığına ilişkin bir delil getirilememiştir. Davacı, evlilik birliğini temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek başkaca bir olgu ve delil göstermemiştir. O halde mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.07.2009 günü oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

13.Hukuk Dairesi

Esas: 2008/13985

Karar: 2008/15105

Karar Tarihi: 18.12.2008

(818 S. K. m. 316)

Dava: Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

Karar: Davalı, davacının eski kocası olduğunu, evlilik birliği sırasında vermiş olduğu vekaletnameyi kullanarak vekalet görevini kötüye kullanmak suretiyle kendisine ait taşınmazı 3. şahsa sattığını ileri sürerek taşınmaz bedelinden şimdilik 75.000.-TL’nin faizi ile ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece aile mahkemeleri görevli olduğundan görevsizlik kararı verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, eski eşi davalıya vermiş olduğu 24.6.2003 tarihli vekaletname kullanılmak suretiyle talimatı ve bilgisi dışında kendisine ait olan taşınmazın 3. şahsa satıldığını, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını belirterek dava açmıştır. Davada Borçlar Kanunu’nun vekalet hükümlerine dayanıldığına göre davaya bakmaya genel mahkemeler görevlidir. Mahkemece işin esası incelenerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 18.12.2008 gününde oybirliği İle karar verildi.

T.C. YARGITAY

13.Hukuk Dairesi

Esas: 2007/14801

Karar: 2008/4078

Karar Tarihi: 24.03.2008

(2004 S. K. m. 67) (4787 S. K. m. 4)

Dava: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup, düşünüldü:

Karar: Davacı, davalı ile evli iken 24.11.2001 tarihinde müşterek olarak açılan hesaptan 10.04.2003 tarihinde hepsini çekip hesabı kapattığını ileri sürerek, tahsili için yaptığı takibe itirazın iptali ile %40 tazminata karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddine dilemiştir.

Mahkemece, davanın reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Davacı, evlilik birliği sırasında açılan müşterek hesaptan davalı eşin para çekerek tüm hesabı kapattığından bahisle eldeki davayı açmıştır. Davalı çekilen paranın davacı ile boşanma sırasında yapılan anlaşma ile kendisine verildiğini, karşılığında davacı eşe de başka malvarlıklarının bırakıldığını savunmuştur. Evlilik birliğinin devam ettiği esnada paranın çekildiği ve davalı iddiası da gözetilerek açılan davanın evlilik birliği içinde edinilmiş malların tasfiyesine yönelik olduğu anlaşıldığından davaya bakmakla görevli olan mahkeme Aile Mahkemesidir. Görevle ilgili hususlar resen gözeteceğinden, mahkemece Aile mahkemesinin görevli olduğuna dayanılarak görevsizlik karan verilmesi gerekirken işin esası incelenip, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2- Bozma nedenine göre davacının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda 1 no’lu bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın BOZULMASINA, 2 no’lu bentte açıklanan nedenlere göre bu aşamada davacının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 24.03.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2009/3-352

Karar: 2009/348

Karar Tarihi: 15.07.2009

(4721 S. K. m. 176, 182, 331) (1086 S. K. m. 381, 388, 390) (YHGK. 28.05.2008 T. 2008/10-402 E. 2008/411 K.) (YHGK. 04.03.2009 T. 2009/19-67 E. 2009/97 K.) (YCGK. 25.05.1999 T. 1999/6-135 E. 1999/135 K.) (YCGK. 02.03.2004 T. 2004/5-29 E. 2004/63 K.) (YHGK. 11.11.2009 T. 2009/3-519 E. 2009/490 K.)

Dava: Taraflar arasındaki nafakanın arttırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 4. Aile Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 03.10.2007 gün ve 2007/542-958 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 25.02.2008 gün ve 2008/338-2809 sayılı ilamı ile; <…Davada; yoksulluk ve müşterek çocuk Alper’in iştirak nafakasının zaman içerisinde ihtiyaçları karşılamadığı ileri sürülerek yoksulluk nafakasının 150. YTL’den aylık 500. YTL’ye iştirak nafakasının 130. YTL’den aylık 500. YTL’ye yükseltilmesi talep ve dava edilmiştir.

Mahkemece bu davadan önce davacı tarafça Ankara 7. Aile Mahkemesi’nde nafaka artırımı davası açıldığı, önceki bu davanın kesinleşmesi beklenmeden eldeki davanın açıldığı, bu durumda nafakaya hükmolunması halinde önceki nafakaların ortadan kalkacağı, davacının talebinin hakkın kötüye kullanması niteliğinde olduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

TMK’nun 176/4 ve 331. maddelerine göre, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde taraflarca her zaman nafaka artırımı davası açılabilir. Buna göre önceki davaların derdest olup kesinleşmemiş olması nafaka artırımı davası açılmasına mani değildir.

Somut olayda, önceki nafaka artırım davasının dava tarihi ile bu davanın açıldığı tarih arasında bir yıldan fazla bir süre geçmiştir. Bu süre içerisinde tarafların sosyal ve ekonomik durumları gibi doğal olarak davacının ihtiyaçlarının arttığı, müşterek çocuğun da yaşının büyüdüğü, ihtiyaçları ve eğitim giderlerinin arttığı sabittir. Paranın da alım gücünde en azından enflasyon oranında değer kaybına uğramış olduğu bilinen bir gerçektir. Açıklanan nedenlerle nafakaların hakkaniyete uygun bir miktarda artırılmasına karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucunda yazılı şekilde davanın reddedilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün bozulmasına…> gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davacı vekili.

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, yoksulluk ve iştirak nafakası miktarlarının artırılması istemine ilişkindir.

İşin esasına ilişkin görüşmelere geçilmezden evvel, usul yönünden iki ön sorun ele alınmıştır:

Bunlardan ilki, davaya konu yoksulluk nafakası (fark) isteminin yıllık toplam miktarına göre 13.02.2009 tarihli direnme hükmünün buna ilişkin kısmının miktar itibariyle temyiz edilebilir olup olmadığı’dır.

Davada, aylık 100. YTL fark üzerinden yıllık toplam 1.200. YTL (fark) yoksulluk nafakası istenmiştir. Bu miktar direnme kararının verildiği tarihte yasal temyiz edilebilirlik sınırının altında kalmakta ise de nafaka davalarının hukuki niteliği ve hükmedilecek miktarın takip eden yıllar için istenebilecek nafaka miktarına etkisinin ard etkisi kapsamında değerlendirilmesi, sonucu kararın temyiz incelemesinin yapılmasına oybirliği ile karar verilmiştir.

İkinci ön sorun ise, direnmeye ilişkin gerekçeli kararın, yüze karşı verilen (tefhim edilen) kısa karar tutanağını düzenleyip, imzalayan zabıt katibinden başka bir katip tarafından yazılıp, imzalanmasının usul ve yasaya aykırı olup olmadığıdır.

Somut olayda; kısa kararın verildiği duruşmaya katılan zabıt katibi ile gerekçeli kararı yazan zabıt katibi aynı değildir. Ne var ki, her birinin yapmış olduğu işlemde, yani tuttukları tutanak ve yazdıkları kararda ad, soyad ve sicil numaraları ve altında da imzaları bulunmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.05.2008 gün ve 2008/10-402 E. 2008/411 K.; 22.10.2008 gün ve 2008/19-632 E. 2008/647 K.; 04.03.2009 gün ve 2009/19-67 E., 2009/97 K. sayılı; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 25.05.1999 gün ve 1999/6-135 E. 1999/135 K.; 02.03.2004 gün ve 2004/5-29 E., 2004/63 K. sayılı ilamlarında da kararlı olarak vurgulandığı üzere; kısa karar tutanağını düzenleyen katibin gerekçeli kararı da yazması gerektiği yönünde bir usul hükmü ve yasal düzenleme bulunmadığı gibi 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 381/2. 388/1 ve 390. maddeleri hükümlerine aykırılıktan da söz edilemeyeceğinden, mahkemece yapılan işlemlerde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığının kabulü ile ön sorun oybirliği ile reddedilmiş; ayrıca direnme kararında dava tarihinin hatalı yazılmış olması da mahallinde düzeltilebilir hata olarak kabul edilmiştir.

Böylece her iki ön sorun da aşıldıktan sonra işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

İşin esasına gelince;

Davacı yanca eldeki davadan önce Ankara 7. Aile Mahkemesi’ne 28.03.2006 tarihinde açılan dava ile aylık 100. YTL olan iştirak nafakasının ve aylık 90. YTL olan iştirak nafakasının her biri 200. YTL’ye olmak üzere arttırılması istenmiş; mahkemece, dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık yoksulluk nafakasının 150. YTL’ye, iştirak nafakasının da 130. YTL’ye çıkarılmasına 11.04.2007 tarihinde karar verilmiştir. Bu kararın temyizi aşamasında davacı tarafça eldeki dava açılmıştır. Eldeki dava sürerken Ankara 7. Aile Mahkemesi kararına yönelik temyiz istemi Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nce kararın kesin olması nedeniyle reddedilmiştir.

Davacı kadın kendi adına asaleten, küçük Alperen’e velayeten iştirak ve yoksulluk nafakasının arttırılması istemiyle 23.05.2007 tarihinde eldeki davayı açmış; anılan kararla hükmedilen 150. YTL aylık yoksulluk nafakası ile 130. YTL aylık iştirak nafakası miktarlarının her biri 250. YTL olmak üzere yükseltilmesini istemiştir.

Dava dilekçesi davalı tarafa 07.06.2007 tarihinde tebliğ edilmiş; davalı vekili 11.06.2007 havale tarihli dilekçesiyle derdestlik itirazında da bulunarak davanın esasa girilmeden reddini, esasa girilmesi halinde de esastan reddini istemiştir.

Mahkemece, Ankara 7. Aile Mahkemesi’nin dosyası getirtilip, incelendikten sonra davanın reddine karar verilmiştir.

Mahkeme red kararını, eldeki davanın, daha önce açılan nafakanın artırılması istemli dava nedeniyle Ankara 7. Aile Mahkemesi’nce verilen 11,04.2007 tarihli kararın kesinleşmesinden önce açıldığı, yeniden nafaka bağlanmasının o davada hükmedilen nafakaları ortadan kaldırıcı nitelik taşıdığı, bu şekilde hüküm kurulamayacağı, davacının isteğinin de hakkın suiistimali olarak kabul edildiği, gerekçesine dayandırmıştır.

Davacı vekilinin temyizi üzerine özel daire başlık bölümünde açıklanan nedenlerle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

Mahkemece önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize, davacı vekili getirmiştir.

Ankara 7. Aile Mahkemesi’nin 11.04.2007 tarihli kararma karşı temyiz isteminin özel dairece kesinlik nedeniyle reddedildiği; eldeki davanın ilk davanın karara bağlanmasından sonra, temyiz inceleme sonucu beklenmeden açıldığı, konusunda yerel mahkeme ve özel daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: daha önce açılan nafakanın arttırılması davasının hükme bağlanmasından sonra, bu karar kesinleşmese dahi yeni dönem için nafakanın arttırılması davası açılmasının usulen olanaklı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun başlıklı 176. maddesinin 1. fıkrasında 4. fıkrasında da; Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir denilmekte.

Hakimin Takdir Yetkisi> başlıklı 182. maddesinin 2. fıkrasında; Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. 3. fıkrasında da Hakim, istem halinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir hükmü yer almaktadır.

Yine aynı kanunun başlıklı 331. maddesinde; düzenlemesine yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere; tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde taraflarca her zaman nafaka artırımı davası açılabilir. Aynı konuda, fakat değişik dönemlere ilişkin olmak üzere daha önce açılan davaların derdest olması ya da karara bağlanıp da kararın kesinleşmemesi takip eden dönem için nafaka artırım davası açılmasına engel değildir.

Somut olayda; davacı tarafın, eldeki davadan önce, Ankara 7. Aile Mahkemesi’ne 28.03.2006 tarihinde açtığı davanın yapılan yargılaması sonunda, dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık yoksulluk nafakasının 150. YTL’ye, iştirak nafakasının da 130. YTL’ye çıkarılmasına, 11.04.2007 tarihinde karar verilmiştir.

23.05.2007 tarihinde açılan eldeki dava ile de, anılan kararda hükmedilen 150. YTL aylık yoksulluk nafakası ve 130. YTL aylık iştirak nafakası miktarlarının, dava tarihinden itibaren her biri 250. YTL olmak üzere yükseltilmesi istenmiştir.

Şu durumda, eldeki dava ile önceki davada nafakanın artırılması istemine konu edilen dönemler aynı olmayıp, iki dava arasında şartların değiştiğini kabule yeterli -bir yıldan fazla- süre de geçmiştir.

Mahkeme her ne kadar red kararını, eldeki davanın, daha önce açılan nafakanın artırılması istemli dava nedeniyle verilen 11.04.2007 tarihli kararın kesinleşmesinden önce açıldığı, yeniden nafaka bağlanmasının o davada hükmedilen nafakaları ortadan kaldırıcı nitelik taşıdığı, bu şekilde hüküm kurulamayacağı, davacının isteğinin de hakkın suiistimali olarak kabul edildiği, gerekçelerine dayandırmışsa da; açıklanan fiili ve hukuki olgular karşısında, farklı dönemlere ait istemlerin diğer döneme ait nafakaları ortadan kaldırması söz konusu olmayacağı gibi, ilk açılan davada verilen artırma kararının da kesinleşmiş olması gerekmemektedir. Ayrıca, davacı taraf, içinde bulunduğu koşulların değiştiğini ileri sürerek yasadan kaynaklanan hakkını kullanmış olduğundan, bunun hakkın kötüye kullanılması olduğunu kabule de olanak bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, iki dava arasında geçen süre içinde, ülke koşulları da göz önüne alındığında, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının değişerek ihtiyaçlarının artması olağandır. Küçüğün artan yaşı ile birlikte ihtiyaçlarının ve eğitim giderlerinin arttığı gözetildiğinde de, nafakanın arttırılmasını talep edebilme koşullarının gerçekleştiğinin kabulü gerekir.

Mahkemece, açıklanan hususlar ve yasal düzenlemeler nazara alınarak, her iki nafakanın da hakkaniyete uygun biçimde arttırılmasına karar verilmesi gereğine işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen bozma ilamına uyulması gerekirken, aksine gerekçelerle önceki kararda direnilerek davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle; direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 15.07.2009 gününde, oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

3.Hukuk Dairesi

Esas: 2008/21434

Karar: 2009/2367

Karar Tarihi: 19.02.2009

(818 S. K. m. 61) (4721 S. K. m. 227)

Dava: Dava dilekçesinde 5.000 YTL maddi tazminat (ıslahla 32.500 YTL), 5.000 YTL manevi tazminatın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.

Karar: Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, 1.004 TL bakiye temyiz harcının temyiz edene yükletilmesine, 19.02.2009 günü oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

ÇORLU

2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO: 2006/69

KARAR NO: 2008/11

Davacı vekili tarafından davalı aleyhine açılan işbu davanın mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili 07.03.2006 tarihli dava dilekçesi ile, davacı ile davalının 22 yıl önce Bulgaristan’da evlenip Türkiye’ye gelmeden önce 2 çocuklu olarak boşandıklarını, davalının 1989 yılında Türkiye’ye geldiğini, 3 yıl sonra 1992 yılında eski eşi davacıyı ve 2 çocuğunu getirttiğini, Türkiye’de tekrar evleneceklerini söylediğini, tarafların birlikte davalının babası H.D.’a ait arsa üzerine 3 katlı bina inşa ettiklerini, bu süreçte davacının 2 erkek çocuğu ile birlikte çalışıp kazandıkları parayı eve yatırdıklarını, davalının ise bazen çalışıp bazen işsiz gezdiğini, evin yapıldığı arsanın davalının ölen babası H.D. adına tapuda kayıtlı olup davalının evi satma hazırlığı içinde olduğunu, davacının evlenme vaadiyle kandırılarak maddi manevi, cinsel, ekonomik açıdan sömürüldüğünü belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 5.000,00 YTL maddi, 5.000,00 YTL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili iddiaların doğru olmadığını, evin davalı ve davalının babası tarafından yaptırıldığını, evlenmeyi kabul etmeyenin davacının kendisi olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Maddi tazminat istemine konu olan evin bulunduğu arsanın tapu kaydı getirtilerek incelenmiş, tarafların sosyal ve ekonomik durumları araştırılmış, Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2005/5005 hz. sayılı dosyası getirtilerek incelenmiş, ibraz edilen inşaat ruhsatı incelenmiş, Sosyal Sigortalar Kurumu Sigorta İşleri Genel Müdürlüğü’nden davalının babası Hüseyin Durmaz’a yapılan ödeme miktarı araştırılmış, davacının çalıştığı işyerinden yıllar itibariyle ücret detay bilgileri getirtilmiş, davacı tanıkları ve davalı tanıkları dinlenilmiş, mahallinde keşif yapılmıştır.

Davacı tanıkları S.D. ve H.D. ifadelerinde, davacı ile davalının kendilerinin anne babası olduğunu, Bulgaristan’da iken boşandıklarını, Türkiye’ye geldikten sonra tekrar birlikte yaşamaya başladıklarını, Bulgaristan’dan Türkiye’ye geldiklerinden bu yana davacının sürekli çalıştığını, davalının değişik işlerde çalışıp zaman zaman işsiz kaldığını, davacının Çorlu’da Dinateks Fabrikası’nda çalıştığını, davalının babası adına tapuda kayıtlı arsa üzerine davacı ile davalının birlikte kazançları ile ev yapıldığını, davalının babası H.D.’ın vefat ettiğini, davalının davacıyı evlenme vaadiyle Türkiye’ye çağırdığını, daha sonra evlenmekten vazgeçtiğini, halen dava konusu evde oturduklarını, davacı ile davalının dışarıya karşı kendilerini karı-koca gibi tanıttıkların beyan etmişlerdir.

Davalının babası tapu maliki H.D. adına Bulgaristan Milli Sigorta Enstitüsü’nce bağlanan aylıklara ilişkin olarak birikmiş ödeme ve aylık tutarları, SSK Yurtdışı İşçi Hizmetleri Daire Başkanlığı’ndan sorulmuş olup gelen yazı cevabında H.D.’ın veraset ilamının ekli olduğu, H.D.’ın 13.07.2004 tarihinde vefat etmiş olması sebebiyle geride T.D.ve Z.H.’nın mirasçı olarak kaldıkları, H.D.’ın Bulgaristan’dan aldığı yaşlılık aylığı ile ilgili bilgilerin belirtildiği anlaşılmıştır.

Davalı tanıkları M.S. ve N.T. ifadelerinde, davacı ile davalının Bulgaristan’da boşandıklarını, davalının babası H.D. ile birlikte Türkiye’ye geldiğini, H.D.’ın Bulgaristan’daki evini satıp ayrıca Bulgaristan’dan aldığı toplu emeklilik parası ile birlikte Çorlu’daki arsayı aldığını, davalı ile birlikte üzerine ev yaptıklarını, davacının evin yapımına katkısı olup olmadığını bilmediklerini ancak tarafların karı-koca gibi yaşadıklarını, davacının davalı ile tekrar evlenmek istemediğini beyan etmişlerdir.

İnşaat Mühendisi ve mülk bilirkişisi raporlarında, dava konusu taşınmaz üzerindeki binanın arsa değeri hariç değerinin dava tarihi itibariyle 65.000 YTL olduğunu belirtmiştir.

Davacı vekili 29.01.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile davacının maddi tazminat talebinin arsa üzerindeki inşaata katkıları sebebiyle istenildiğini belirterek dava değerini artırarak toplam 32.500 YTL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Dosya kapsamında mevcut tüm delil ve belgeler değerlendirildiğinde, davacı ile davalının Bulgaristan’da evli iken boşandıkları, Türkiye’ye farklı tarihlerde gelerek Türk vatandaşlığına geçtikleri ve Türkiye’de müşterek evliliklerinden olan 2 çocukları ile birlikte yaşadıkları, davalının ölen babası H.D. adına tapuda kayıtlı taşınmaz üzerine birlikte çalışarak ev yaptıkları, davacının maddi tazminat talebinin arsa üzerindeki inşaatın yapımına katkı sebebine dayandığı, tarafların evli olmadıkları, bu sebeple maddi tazminat talebinin nedensiz zenginleşme hükümlerine göre değerlendirmesi gerektiği, davalının arsa maliki H.D.’ın mirasçısı olup nedensiz zenginleşmeden dolayı davacının katkısı miktarı kadar tazminattan sorumlu olduğu, nedensiz zenginleşmede geri verme borcunun zenginleşmenin geçersiz bir nedene dayanması durumunda derhal geleceğe yönelik bir neden bulunuyorsa onun oluşmadığı an, var olan bir neden varsa onun ortadan kalktığı zaman doğmuş sayılması gerektiği, evin yapımında dinlenen tanık ifadeleri, ekonomik durum araştırması, belediyeden alınan ruhsatın H.D. adına olması durumu değerlendirildiğinde, davacı ile birlikte davalının ve davalının babası H.D.’ın da katkısının bulunduğu, Medeni Kanun’un edinilmiş mallara katılma rejimi ile ilgili hükümlerinin kıyasen uygulanması sonucunda dava tarihi itibariyle inşaatın rayiç değeri üzerinden davacının 1/3 hissesi oranında hesaplanan 21.667 TL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesi gerektiği kanaatiyle davanın maddi tazminat talebi yönünden kısmen kabulüne, faiz talebinde bulunulmamış olması da dikkate alınarak 21.667 TL maddi tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, davacının reşit olup kendi isteği ile davalı ile birlikte karı-koca hayatı yaşadığı, davalının davacı ile evlenmemesinin davacının kişilik haklarına saldırı niteliği taşımadığı kanaatiyle manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Davanın kısmen kabulüne,

21.667,00 YTL maddi tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,

Fazlaya ilişkin maddi tazminat talebinin ve manevi tazminat talebinin reddine,

Peşin ve ıslah sonucu yatırılan harcın mahsubu ile bakiye 663,10 YTL harcın davalıdan tahsiline,

Davacı tarafından peşin ve ıslah sonucu yatırılan 507,00 YTL harcın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,

Davacı tarafından yapılan 328,90 YTL yargılama giderinin davanın kabul ve red oranına göre 190,00 YTL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, kalanın davacı üzerinde bırakılmasına,

Davacı duruşmalarda vekili ile temsil olunduğundan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 2.466,70 YTL vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,

Davalı duruşmalarda vekili ile temsil olunduğundan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 1.800.00 YTL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,

Dair verilen karar davacı vekili ile davalı vekilinin yüzüne karşı yasa yolu açık olmak üzere açıkça okunup usulen anlatıldı. 29.01.2008

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2009/19307

Karar: 2010/8577

Karar Tarihi: 29.04.2010

(4721 S. K. m. 194/2) (1086 S. K. m. 237)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:

Türk Medeni Kanunu’nun 194/2. maddesi uyarınca aile konutu olarak özgülenen taşınmaz üzerine aile konutu şerhi konulması evliliğin devamı süresince her zaman istenebilir. Davalının daha önce açtığı taşınmaz üzerine aile konutu şerhi kurtulmasına yönelik davasından feragat etmesi taşınmazın aile konutu vasfını ortadan kaldırmaz ve sonradan açılacak davalar için kesin hüküm oluşturmaz. Taraflar arasında görülen Nevşehir Aile Mahkemesi’nin 2008/155 esas sayılı dosyasında toplanan delillerden dava konusu taşınmazın aile konutu olduğu anlaşılmaktadır. O halde mahkemece 24.06.2009 tarihinde davalının isteği ile konulan aile konutu şerhinin kaldırılmasına ilişkin davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 29.04.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2010/3709

Karar: 2010/15055

Karar Tarihi: 22.09.2010

(4721 S. K. m. 335, 419) (1086 S. K. m. 427)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Vesayet altına alınması talep edilen Orhan 1.1.1994 doğumlu olup, ergin değildir. Ana ve babasının velayeti altındadır (TMK. md. 335/l). Dosyaya sunulan rapora göre zihinsel özürlü olduğu ve kısıtlama nedeninin bulunduğu bildirilmiştir. Türk Medeni Kanununun 419/2. maddesi gereğince, gerek duyulduğunda henüz ergin olmayanın da kısıtlanmasına karar verilebilir; ancak kısıtlama kararı ergin olduktan sonra sonuç doğurur. Kısıtlanması talep edilen küçük Orhan, ergin olmadığına ve ana ve babasının velayeti altında bulunduğuna göre ergin olduktan sonra sonuç doğuracak kısıtlama kararının şimdiden verilmesini gerektiren neden ve olgular tartışılıp değerlendirilmeden, hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

Esas: 2009/14056

Karar: 2010/16155

Karar Tarihi: 05.10.2010

(4721 S. K. m. 166)

Taraflar arasında davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Yapılan soruşturma, toplanan delillerle evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda sık sık eşine şiddet uygulayan, eşini istemediğini söyleyen, güven sarsıcı davranışlarda bulunan davalı-karşılık davacı kocanın yanında, eşine sık sık hakaret eder davacı-karşılık davalı kadının da kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davalı-karşılık davacı da, dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında, eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görünmemesine göre, davalı-karşılık davacının davasının da kabulü ile boşanmaya (TMK. md. 166/1) karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile karşılık davanın reddi doğru bulunmamıştır.

Temyize konu hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma sebebine göre kadının boşanma davasına yönelik temyiz itirazları ile diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 05.10.2010

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2010/6-46

Karar: 2010/75

Karar Tarihi: 17.02.2010

(4721 S. K. m. 6, 220, 222, 226)

Dava: Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Denizli 2. Aile Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 21/05/2008 gün ve 2007/380- 2008/442 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 22/12/2008 gün ve 9227-14024 sayılı ilamı ile;

(…Uyuşmazlık, ziynet eşyalarının iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi üzerine hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, tarafların 04.07.2006 tarihinde evlendiklerini, düğün sırasında takılan takıların banka kasasında saklandığını, gezme bahanesi ile gidilen İzmir’de müvekkilinin terk edildiğini, ailesine sığınan müvekkilinin takılarını alamadığını, aynen olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 5.000,00.-YTL’nin tahsilini istemiş, ıslah ile talebini 12.175,00.-YTL’ye çıkarmıştır. Davalı vekili, davacının dava konusu ziynetleri balayına giderken annesine verdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi hükmü uyarınca, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde, gerek Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Öte yandan ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimse iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir.

Davacı kadın, dava konusu edilen ziynet eşyasının davalıda kaldığını ileri sürmüş, davalı koca ise onun tarafından götürüldüğünü savunmuştur. Hayat deneylerine göre olağan olanın bu çeşit eşyanın kadının üzerinde olması ya da evde saklanması, muhafaza edilmesidir. Başka bir anlatımla, bunların davalı tarafın zilyetlik ve korunmasına terk edilmesi olağan durumla bağdaşmaz.

Diğer taraftan ziynet eşyası rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen türden eşyalardandır. Bu nedenle evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları önceden götürmesi, gizlenmesi her zaman mümkün olduğu gibi evden ayrılırken üzerinde götürmesi de mümkündür. Bunun sonucu olarak normal koşullarda ziynet eşyalarının kadının üzerinde olduğunun kabulü gerekir.

Davacı, dava konusu ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını ve götürülmesine engel olunduğunu, evde kaldığını, ispat yükü altındadır.

Somut olayda, davacı evlilik nedeniyle kendisine takılan ve hediye edilen dava konusu ziynetlerin iadesini istemektedir. Ne var ki, davada davacı kadının evden ayrıldığı tarih itibariyle dava konusu ziynet eşyasının götürülmesine engel olunduğunu ve zorla elinden alındığını, daha önce de götürme fırsatı elde edemediğini tanıkların beyanı ile ispat edememiştir. Yukarıda açıklandığı üzere ispat yükümlülüğü davacıdadır. Mahkeme ise kanıtlama yükümlülüğünü yer değiştirerek 21.05.2008 tarihli oturumda kendiliğinden ziynetlerin davalıda kalıp kendisine teslim edilmediğine ilişkin davacıya yemin teklif etmiş, davacı da teklif edilen yemini eda etmiştir. Kanıtlama yükümlülüğü davacıda olup 04.12.2007 tarihli delil listesinde her türlü yasal delil demek suretiyle yemin deliline de dayanmış olduğundan davacıya, ziynetlerin elinden alındığı, götürülmesine engel olunduğu, davalı tarafta kaldığı konusunda davalıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ve eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili.

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, T.M.K.’nun 220, 222 ve 226′ncı maddelerine dayalı kişisel malların tespitiyle geri alınması, olmadığı takdirde bedelinin tahsiline ilişkindir.

Mahkemece, tanık beyanları, bankada bulunan kiralık kasa üzerine mahkemece konulan ihtiyati tedbir kararının icrasından hemen önce alışılmadık biçimde sabah erken saatte davacı tarafından kasanın açılmış olması ve bilirkişi tarafından kasa açıldığından içinde değerli bir şey bulunmamış olması, ayrıca davalıya icra ettirilen tamamlayıcı yemine dayalı olarak davanın kabulüne karar verilmesi üzerine hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Özel dairece; yukarıya aynen alınan gerekçelerle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Davacı bozmadan sonra yemin teklif etmek istemediklerini beyan etmiş, mahkeme önceki kararda direnmiştir.

Yerel mahkeme ile özel daire arasında çıkan uyuşmazlık; ziynet eşyaları yönünden ispat yükünün kimde olduğu noktasında toplanmaktadır.

T.M.K.’nun 220′nci maddesine göre, karşılıksız kazanma yoluyla elde edilen mallar kişisel mal kapsamındadır. T.M.K.’nun 222′nci maddesi kişisel malın ispat şeklini düzenlemiş, 226′ncı maddesiyse bu malların iadesi usulünü belirlemiştir.

Türk Medeni Kanunu’nun 6′ncı maddesi hükmü uyarınca kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde, gerek Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Öte yandan ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimse iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir.

Davacı kadın, dava konusu edilen ziynet eşyasının davalıda kaldığını ileri sürmüş, davalı koca ise onun tarafından götürüldüğünü savunmuştur. Hayat deneylerine göre olağan olanın bu çeşit eşyanın kadının üzerinde olması ya da evde saklanması, muhafaza edilmesidir. Başka bir anlatımla, bunların davalı tarafın zilyetlik ve korunmasına terk edilmesi olağan durumla bağdaşmaz. Diğer taraftan, ziynet eşyası rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen türden eşyalardandır. Bu nedenle evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları önceden götürmesi, gizlemesi her zaman mümkün olduğu gibi, evden ayrılırken üzerinde götürmesi de mümkündür. Bunun sonucu olarak, normal koşullarda ziynet eşyalarının kadının üzerinde olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını ve götürülmesine engel olunduğunu, evde kaldığını, kadının ispatlaması gerekir. Özel dairenin bu yönlere ilişkin saptaması ilke olarak doğru ve yerindedir.

Ne var ki, bu ilkeler doğru olmakla birlikte, soyut normların olaylara uygulanması sırasında somut olayın özelliğinin gözetilmesi, hak ve adaleti gözetir bir uygulama yoluna gidilmesi gerekir.

Somut olayda, tüm dosya kapsamı ile boşanma davasında dinlenen tanık beyanlarından da anlaşılacağı gibi, davacı ve davalı Denizli’de ikamet etmekte iken bir ziyaret için İzmir’e gittikleri, İzmir’de bir kafede otururken yaptıkları tartışma sonucunda davalının davacıyı orada bırakarak Denizli’ye döndüğü, davacı kadının ise İzmir’de kaldığı anlaşılmaktadır.

Olayın oluş şekli itibarı ile davacı kadın evden boşanmayı tasarlayarak ayrılmamıştır. Bu düşünce ile evden ayrılmayan davacı kadının ziynetleri yanma alarak götürdüğünün kabulü mümkün değildir. Öte yandan, davacının talimatla dinlenen tanığı Yıldız beyanında, davalının boşanma davasının devam ettiği süreçte davacının kendisinden maddi ve manevi tazminat talep etmemesi halinde bütün ziynet eşyalarını iade edeceğini beyan ettiğini söylemiş, bu haliyle de davalı tanık huzurunda ziynetlerin kendisinde bulunduğunu zımnen kabul etmiştir.

Davacı, yargılamanın başından itibaren dava konusu ziynetlerin davalıya ait kasada saklandığı konusunda ısrarcı olmuş ve dava açılırken davalının hesabına ihtiyati tedbir konulmasını talep etmiştir. Mahkemece davalıya ait hesabın bulunduğu bankaya 15.06.2007 tarihinde ihtiyati tedbir konulması konusunda müzekkere yazılmış, banka 03.07.2007 tarihli cevabi yazısında davalının hesabı üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu, ayrıca davalının kiralık kasasının da mevcut olup, bu hesabına da ihtiyati tedbir konulup konulmayacağı hakkında bilgi verilmesini talep etmiştir. Davacının kasada keşif yapılmasını talep etmesi üzerine, mahallinde yapılan inceleme sırasında davalıya ait kasada iki adet pasaport, bir CD ve bir sigorta poliçesi bulunmuş olup, kasa açma kapama tutanağı incelendiğinde ise, kasanın davalı tarafından en son 04.07.2007 tarihinde saat: 08.45′te açıldığı görülmüştür.

Bu tarihe ve saate dikkat edildiğinde, mahkemece davalının hesabına ihtiyati tedbir konulmasının ertesi günü olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, kasanın açıldığı saat itibari ile kasaya konulmuş olan eşyaların günün çok erken saatinde kasaya konulmasını gerektirecek mahiyette eşyalar da olmadığı belirgindir.

Hal böyle olunca; davacının evden kavgalı bir şekilde ve ayrılma düşüncesi ile ayrılmadığı, eşi ile birlikte İzmir’e gittikleri, İzmir’de bir kafede oturdukları sırada aralarında çıkan bir tartışma sonucunda ayrı yaşamaya başladıkları sabit olduğundan, davalı erkek kendisi lehine olan karineden yararlanamaz. Bu durumda ispat külfeti yer değiştireceğinden, artık altınların kendisinde olmadığını ispatlama külfeti davalı erkeğe düşer. Davalının hesabına konulan ihtiyati tedbirin ertesi günü, olağan olmayan bir saatte davalıya ait kasanın açıldığı ve kasada normal koşullarda banka kasasında saklanması gerekmeyen evraklar bulunduğu saptanmıştır. Bu şekil-de, yerel mahkemece dava konusu ziynetlerin davalıda kaldığım önemli ölçüde ispat edecek deliller elde edilmiş olmakla birlikte, hakimin kanaatinin güçlendirilmesi amacı ile ziynetlerin miktarı ve davalıda kalıp kalmadığı konusunda resen davacıya yemin teklif edilmiştir.

Tüm dosya kapsamı, olayların gelişimi ve davacı tarafından icra edilen tamamlayıcı yemin de gözetildiğinde, davacının davasını ispat ettiği sonucuna varılarak, davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Ne var ki, bozma şekline göre mahkemece hükmedilen ziynet eşyası bedeli konusundaki davalı vekilinin temyiz itirazları incelenmediğinden bu hususların incelenmesi için dosyanın özel daireye gönderilmesi gerekir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin ispat yükünün davalıya düştüğü gerekçesi ile davanın kabulüne dair kurduğu hüküm yerinde olmakla birlikte, ziynet eşyalarının bedeli konusunda davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, 17.02.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

  1. HUKUK DAİRESİ

Esas 2011/3012

Karar 2011/3513

Tarihi 31.03.2011

(818 s. BK/49 ,4787 s. Aile Mah K/4 )

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 03.03.2010 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda, mahkemenin görevsizliğine dair verilen 26.11.2010 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalıların vekilleri tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

Dava, haksiz eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece Aile mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş; karar, davalılar tarafından temyiz olunmuştur.

Davacı, davalılardan E. ile 11.09.2006 günü evlendiklerini, evlilik birliği içinde Eylül adını verdikleri çocuğun doğduğunu, davalı eşinin cep telefonuna gelen ve gönderilen mesajlardan diğer davalı Ayhan ile ilişkisi olduğundan şüphelenerek yaptırdığı DNA testi sonucunda çocuğun babası olmadığını öğrendiğini belirterek, Borçlar Yasası’nın 49. Maddesi uyarınca davalılardan manevi tazminat ile sorumlu tutulmalarını istemiştir.

4787 sayılı Aile Mahkemesinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Yasa’nın 4/1. maddesi gereğince, 4721 sayılı Medeni Yasa’nın İkinci Kitabı’ndan doğan dava ve işlere aile mahkemesinde bakılır. Eldeki dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı Borçlar Yasası’nın 49. Maddesi uyarınca manevi tazminat ödetilmesi amacıyla genel hükümlere göre açılmış tazminat davası olup Medeni Yasa’nın İkinci Kitabı içerisinde yer alamamaktadır. Kaldı ki davacı ile davalılardan Evrim halen evli olup taraflar arasında açılmış bir boşanma davasından da söz edilmemektedir.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, işin esası incelenip varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 31.03.2011 gününde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması gerekir.

T.C.YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

Esas 2010/2-681

Karar 2011/54

Tarihi: 09.02.2011

(TMK/348)

Taraflar arasındaki “velayetin kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Burdur Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 24.06.2009 gün ve 2009/31 E. 282 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 25.03.2010 gün ve 2009/15532-2010/5746 sayılı ilamı ile

(“…Çocuğun korunmasına ilişkin diğer önlemlerden sonuç alınamaz ya da bu önlemlerin yetersiz olacağı anlaşılırsa ana ve babanın deneyimsizliği, hastalığı, özürlü olması, başka bir yerde bulunması veya benzeri sebeplerden biriyle velayet görevini gereği gibi yerine getirememesi, çocuğa yeterli ilgiyi göstermemesi veya ona karşı yükümlülüklerini ağır biçimde savsaklaması ha­linde velayetin kaldırılmasına karar verilir. (TMK. m. 348)

Açıklanan koşulların gerçekleşmediği dosya kapsamı ile anlaşılmakla davanın reddi yerine yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme karan bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

  1. HUKUK DAİRESİ

Esas 2011/940

Karar 2011/3073

Tarihi 23.02.2011

(4721 s. TMK/325, 336)

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mah­kemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacılar, torunlarıyla kişisel ilişki kurulmasına izin verilmesi istemiyle davalı gelinleri aleyhine dava açmış, mahkemece dava kabul edilmiş, karar her iki tarafça temyiz edilmiştir. Olağanüstü haller mevcutsa, çocuğun menfaatine uygun düştüğü ölçüde çocuk ile kişisel ilişki kurulmasını isteme hakki diğer kişilere özellikle de hısımlara tanınabilir. (tmk md.325) Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar. (TMK. md. 336/1) Dosya kapsamına göre kişisel ilişki kurulmak istenen küçük B…. B….’in anne ve babası evli ve sağ olduğu halde husumet sadece çocuğun annesine yöneltilmiş, babası davalı olarak gösterilmemiştir. Velayet hakkı sahiplerinden babanın da davaya dâhili ile onun göstereceği kanıtlar toplanmadan eksik hasımla karar verilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma sebebine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.

T.C. YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

Esas 2010/2-751

Karar 2011/96

Karar Tarihi 13.04.2011

(TMK/24,143 , HUMK/254 , TMK/24, 166,174, 185 , TMK Yur K/1)

Taraflar arasındaki “boşanma, velayet, nafaka, maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 4.Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.06.2008 gün ve 2007/588 E. , 2008/674 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 21.12.2009 gün ve 2008/18790 E. , 2009/21989 K. sayılı ilamı ile

(… 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davacı tanıklarının beyanlarında geçen olayların davacı ve üçüncü kişilerden duyuma dayalı olması nedeniyle itibar edilemeyeceğine toplanan delillerden evlilik birliğinin çekilmez hale gelmesinde kocasına hakaret eden, birlikte kalmaktan kaçınan davacı kadın ile yabancı bir kadınla sık sık telefon görüşmesi yaparak güven sarsıcı davranışlar sergileyen davalı kocanın eşit kusurlu olduklarının anlaşılmasına göre davalının aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Eşit kusurlu davacı eş yararına maddi ve manevi tazminata hükmolunması doğru görülmemiştir. (TMK.md. 174/1. 2)…”) gerekçesiyle hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu sair yönlerin ise yukarıda l. bentte gösterilen nedenle ONANMASINA…) ,

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, boşanma, velayet, nafaka ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili dava dilekçesinde, davalı kocanın evliliğin ilk günlerinden itibaren karısı ve evini ihmal ettiği, ihtiyaçları ile ilgilenmediğini, yabancı uyruklu bir kadınla ilişkisi olduğu ve davacıya dayak attığını, bu davranışların evlilik birliğini çekilmez hale getirdiğini beyanla, tarafların boşanmalarına, müşterek çocuklarının velayetinin davacı anneye bırakılmasına, davacı ve müşterek çocuk yararına nafaka tayini ile boşanmada kusuru bulunmayan davacı yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Davalı vekili, davalı kocanın kötü muamelede bulunduğu iddialarının gerçeği yansıtmadığını. taraflar arasındaki huzursuzluğun nedeninin davacı kadının yasadıkları şehri sevmemesi ve ikinci çocuklarını aldırmasına izin vermemesi nedeniyle düşürmesi olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiş bilahare artık davalının da boşanmak istediğini bildirmiştir.

Yerel mahkemece, davalı kocanın yabancı uyruklu kadınla ilişkisi olduğu bu yüzden aralarında çıkan tartışmada davalının davacı karısına tokat attığı, kadının da kocasına hakaretlerde bulunduğu, bu duruma göre kocanın kusurunun daha ağır olduğu, kadının boşanma ile evlilik birliğinin sağladığı haklardan yoksun kalacak olması ve evliliğin devamı sırasında kocanın yabancı kadınla ilişkisi nedeniyle kişilik haklarının zedelendiği gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davacı anneye verilmesine, müşterek çocuk yararına iştirak nafakası takdirine, davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine verilen karar Özel Dairece yukarıda belirtilen nedenlerle bozulmuş yerel mahkemece, kanaate varılırken davalı tanıklarının beyanları dikkate alındığı gibi davalının 24 saat içinde yabancı uyruklu bir bayanla yaptığı sık telefon görüşmelerinin de kanaatin oluşmasına etkili olduğu, kocanın davranışının evlilikte olması gereken güven ve sadakat duygusunu yok edecek nitelikte olduğu, karısını tartaklayan kocaya hakaret eden kadının bu davranışını eşit kusur olarak görmenin adalet duygusunu zedeleyeceği, geçimsizlikte kadının kocaya göre daha az kusurlu olduğu gerekçesi ile maddi ve manevi tazminat yönünden önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmektedir.

Karar bozma ve direnmenin kapsamına göre yerel mahkeme kararının tarafların boşanmasına, müşterek çocuğun velayetinin davacı anneye verilmesine ve nafaka tayin ve takdirine ilişkin kısımları kesinleşmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık boşanmaya neden olan olaylarda davalı kadının kusurunun eşit olup olmadığı, buna göre davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1. maddesinin l. fıkrası ” Türk Me­deni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukuki sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır ” hükmünü taşımaktadır. Buna göre; Türk Medeni Kanunu 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiş, görülmekte olan dava ise 01.06.2007 tarihinde açılmış, olduğundan, olayda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu uyarınca maddi ve manevi tazminat talepleri boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir.

Anılan Kanunun 174. maddesinin l. fıkrası uyarınca, mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az ku­surlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceği belirtilmiş; 2. fıkrasında ise boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakki saldırıya uğrayan tarafın kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun bir para isteyebileceği ön görülmüştür.

Maddenin anlatımından görüldüğü üzere maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zararın ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre, mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir. Bilindiği üzere (Mülga) 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi maddi tazmi­nata hükmedilebilmesi için tazminat isteyenin kusursuz olmasını (Yargıtay uygulamasına göre boşanmaya yeterli bir kusurunun bulunmamasını) ararken, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile kusursuz veya daha az kusurlu tarafın maddi tazminat talebinde bulunabileceği belirtilmiş, 4721 sayılı Kanun ile kendisinden maddi tazminat istenenin kusurlu olması konusunda ise (Mülga) 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi hükümlerine nazaran değişiklik yapılmamıştır. Bunun yanında 743 sayılı Kanunun 143. Maddesinde yer alan mevcut ve hatta muntazar bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan ifadesi 4721 sayılı Kanunun 174. maddesi hükmünde mevcut ve beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen ifadesine dönüştürülmüş, maddi tazminatta zarar koşulunda bir değişiklik yapılmamıştır.

Öte yandan, manevi tazminat, bozulan manevi dengenin yerine gelmesi için kabul edilmiş bir telafi şeklidir, boşanmaya sebep olan; olayların haklarına saldın teşkil etmesi halinde manevi tazminata hükmedilir.

Bu yönde 743 sayılı Kanunun 143. maddesi uyarınca boşanmaya sebebiyet vermiş olan hadiseler, kabahatsiz karı veya kocanın şahsi menfaatlerini ağır bir surette haleldar etmiş, ise hâkim manevi tazminat namıyla muayyen bir meblağa hükmedebilir iken 472l sayılı Kanunun 174. maddesi uyarınca boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf daha kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat isteyebilir.

Yukarıda belirtilen maddi tazminat talebinde bulunabilme şartlan gibi, manevi tazminat talebinin kabul edilebilmesi yönünden de tazminat isteyenin kusursuz veya az kusurlu olması, tazminat istenenin daha kusurlu olması, bulunması ve hukuka aykırılık unsurlarının bulunması gerekmektedir. 743 sayılı Kanunda yer alan davacının kusursuz olması şartı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunundan çıkarılmış, davalının kusurlu olması yeterli görülmüştür.

743 sayılı Kanunun 143.maddesinde yer alan şahsi menfaat deyişi 743 sayılı Kanunun 24. maddesinin karşılığı idi. 743 sayılı Kanunun 24. maddesinde yer verilen şahsi menfaatleri kişisel değerler olarak tanımlayabiliriz. Kişisel değerler maddi ve manevi değerleri kapsar. Kişinin yaşam ve sağlığı gibi maddi değerler ile onur, saygınlık, özgürlükler, özel yaşam gibi manevi değerler kişisel delerler olarak kabul edilmektedir. 743 sayılı Kanun uyarınca ma­nevi tazminat istemi için kusursuz eşin kişisel değerlerinin zedelenmesi ağır surette olmalıydı. 4721 sayılı Kanun ile “şahsi menfaatleri ağır bir surette ha­leldar olma” deyimi ‘‘ kişilik hakkı saldırıya uğrayan’’ şeklinde değişmekle artık manevi tazminat istenebilmesi için kusursuz ya da az kusurlu eşin kişisel değerlerinin zedelenmesi şartı aranmakta olup; kişisel değerlerinin zedelenmesi şartı aranmakta olup; ağır surette olması zorunlu değildir.

Öte yandan, emredici hukuk kurallarına ahlaka, örf ve adetlere ilişkin kuralların ihlali o eylemi hukuka aykırı hale getirir. Bu kurallardan birinin ihlali de eşin bir başkasıyla yaşıyor olması, ilişki kurması hali gibi sadakat yükümüne aykırı hareketi veya güven sarsıcı hareketi ile meydana gelir ve ma­nevi kişiliği, ruhsal bütünlüğü saldırıya uğrayana manevi tazminat talebinde bulunma hakkını verir. Öte yandan bu eylemler 4721 sayılı Kanunun 185.maddesinde yerini bulan ve evlilik birliğinin süresince devam etmesi gereken, eşlerin yasal olarak birbirlerine karşı hak ve yükümlülüklerinden olan sadakat yükümüne de açıkça aykırılık oluşturması nedeniyle kişilik haklarına saldırı teşkil etmektedir. Manevi tazminatın miktarının belirlenmesinde ise kişilik haklarına yapılan saldırının niteliği ve tarafların ekonomik sosyal durumu da nazara alınmalıdır.

Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, 4721 sayılı Kanunun 174. Maddesinin gerekçesinden anlaşıldığı üzere, maddi ve manevi tazminat davasının boşanma kararından sonra da açılabilen bir dava olması, boşanmış olanlara halen “eş” demenin mümkün olmaması nedeniyle 743 sayılı Kanunun 43.maddesinde yer alan ‘eş’ sözcüğü yerine “taraf” sözcüğü kullanılmıştır.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; tarafların 2004 yılında evlendikleri, bu evliliklerinden 2005 doğumlu müşterek çocukları bulunduğu, yerel mahkemece 4721 sayılı Kanunun 166. Maddesi uyarınca verilen ” tarafların boşanmalarına, müşterek çocukların velayetinin davacı anneye verilmesine” dair kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 254. maddesi uyarınca aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz dosyada tanıkların olmamışı olmuş gibi ifade ettiklerini kabule yeterli delil ve olgu da yoktur.

O halde, toplanan deliller ve özellikle davalıya ait telefon kayıtlarının dökümünden davalının yabancı uyruklu bir kadın adına kayıtlı telefon ile yaptığı yoğun telefon görüşmeleri ve davacı tanıkları ile gerekse bir kısım davalı tanıklarının beyanları uyarınca davalının yabancı uyruklu kadın ile evlilik dışı ilişkisi bulunduğu, bu durumun 4721 sayılı Kanunun l85. maddesinde düzenlemesini bulan sadakat yükümüne aykırı davranış teşkil ettiği bu nedenle davalı kocanın boşanmaya neden olan olaylarda ağır kusurlu olduğu, davalı kocasının sadakat yükümüne aykırı davranışı karşısında davacı kadının davalıya karşı sözlerinin tepki olarak söylendiğinin kabulü gerekir ve sarf ettiği sözler nedeniyle eşit kusurlu sayılması olanaklı değildir.

Hal böyle olunca boşanma sonucu diğerinin maddi desteğini yitirecek olan davacı kadın yararına maddi tazminata hükmedilmesi ve ayrıca davalının ağır kusur teşkil eden sadakatsizliğinin davacı kadının kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi nedeniyle kişilik hakları saldırıya uğrayan ve eşit kusurlu olmayan kadın lehine manevi tazminata da hükmedilmesi gerektiği açıktır.

Yukarıda belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alındığında yerel mahkemenin davalı kocanın boşanmaya sebep olan olaylarda ağır kusurlu olduğuna ve davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğine ilişkin direnme karan uygun ve yerindedir.

Ne var ki, Özel Dairece hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarına ilişkin davalının diğer temyiz itirazları incelenmemiş olup dosyanın temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Dairesine gönderilmesi gerekir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan dosyanın maddi ve manevi tazminat miktarına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 13.04.2011. gününde oy çokluğu ile karar verildi.

T.C.YARGITAY

  1. HUKUK DAİRESİ

Esas 2009/15857

Karar 2009/20663

Tarihi 02.12.2009

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hükmün temyizen murafaa icrası suretiyle tetkiki istenilmekle duruşma için tayin olunan bugün temyiz eden davacı vekili geldi. Karşı taraf tebligata rağmen gelmedi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kâğıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davacının sair temyiz itirazları yersizdir.

2-Dava konusu taşınmazın aile konutu olduğuna dair taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacının, dava konusu taşınmaza aile konutu şerhi verilmesine ilişkin talebinin kabulü gerekirken yazılı şekilde reddi bozmayı gerektirmiştir. (TMK. md. 194)

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda ’2′. bentte yazılı nedenle oybirliğiyle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının yukarda 1. bentte yazılı gerekçeyle oyçokluğuyla ONANMASINA, duruşma için takdir olunan 625.00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere karar verildi. 02.12.2009

KARŞI OY YAZISI

Üzerinde aile konutu şerhi (TMK m. 194 f. III) bulunmayan ve davalı-malik olan eş adına kayıtlı taşınmazın davalı-malik olan eş tarafından, malik olmayan davacı eşin “açık rızası alınmadan” (TMK m. 194 f. I) ve rızayı sağlayamadığı veya haklı bu sebep olmadan kendisine rıza verilmemesi söz konusu olmadığı için hâkimin müdahalesi de istenilmeden (TMK m. 194 f.II) üzerindeki hakların sınırlandırılması sebebiyle davacı-malik olmayan eş tarafından dava açıldığı ve yerel mahkeme tarafından davanın reddine karar verildiği konusunda değerli çoğunluk ile aramızda “görüş birliği” vardır.

Değerli çoğunlukla aramızdaki çekişme nedir?

TMK m. 194 hükmü ile korunması hedef alman malik olmayan eşin “açık rızası alınmadan’ yapılan işlemi “geçerli” sayabilir miyiz? Başka bir anlatımla “yoktan var çıkabilir mi?”

Bilindiği üzere benzer çekişme Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne daha önce gelmiştir. (Karar örneği için bakınız: Ömer Uğur GENCCAN, Mal Rejimleri Hukuku, Yetkin Yayınları. Ankara-2007, s. 688-696)

Bu sebeple işbu karşı oyumuzda yer alan “değerli çoğunluk” ifadesi gerek Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun gerekse Dairemin çoğunluğu ayni görüşü paylaştığından iki çoğunluğu birden kapsar şekilde kullanılacaktır.

Değerli çoğunluk, aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olan eş, diğer esiz “açık rızası bulunmadan” üzerinde aile konutu şerhi bulunmayan taşınmazını devretmişse/üzerindeki hakları sınırlamışsa işlem tarafı üçüncü kişinin varsa “iyi niyeti korunur’ düşüncesindedir. Düşüncemize göre aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olan eş diğer eşin “açık rızası bulunmadan” üzerinde şerh bulunmayan aile konutunu devretmişse üzerindeki hakları sınırlamışsa hiçbir şekilde işlem tarafı üçüncü kişinin “iyi niyeti korunmaz.”

Başka bir anlatımla değerli çoğunluk, aile konutu olarak özgülenen taşınmazın maliki olmayan eş tarafından, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini istememişse işlem tarafı üçüncü kişinin “kötü niyetini kanıtlamak” (TMK m. 1023) zorundadır. Düşüncemize göre aile konutu olarak özgülenen taşınmazın maliki olmayan eş tarafından tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesi istenmemiş olsa bile taşınmazın aile konutu olduğu ve malik olmayan eşin rızasının bulunmadığı gerçekleşmişse hiçbir şekilde üçüncü kişinin iyi niyeti korunmaz.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun m. 194 hükmünde yer alan şerhin niteliğinin öncelikle belirlenmesinde zorunluluk vardır.

Bilindiği üzere İsviçre’de, aile konutunun şerhine ilişkin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 f. III hükmü yer almamaktadır.4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 gerekçesinde de şerhin niteliği konusunda bir açıklama yoktur. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 hükmünde yer alan şerhin bir “kurucu; şerh” olduğu kabul edilecek olursa tasarruf yetkisine ilişkin sınırlamanın “şerhir konulması ile” başlayacağı başka bir anlatımla “şerh ” konulmadığı sürece” bir tasarruf yetkisi sınırlamasından söz edilemeyeceğinden malik olan eşin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m. 193 hükmünde yer alan hukuki işlem özgürlüğünün aile konutunu da içerdiği ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 f. I hükmünün “yokluğu” gibi bir sonuca ulaşılır ki bu düşünce 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu sistematik düşüncesine “açık bir aykırılığı” ifade eder.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 hükmünde yer alan şerhin ‘açıklayıcı şerh’ olduğu konusunda bir duraksama olamaz. (DURAL/OĞUZ/GÜMÜŞ, s. 216, ŞIPKA, s. 160, GENÇCAN-Boşanma-2, s. 567)

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 f. I hükmü ile eşlerin “fiil ehliyetinin sınırlandırılmış” olduğu gerçeği, varlığını asla “şerhin konulmasına ya da konulmamasına’ bağlamış değildir. Başka bir anlatımla aile konutu şerhi konulmuş olsa da olmasa da 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 f. I hükmü ile eşlerin “fiil ehliyetinin sınırlandırılmış” olduğu inkâr edilemez hukuki bir gerçekliktir.

Eş bir deyişle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 f. III hükmü ile getirilen “Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir.” düzenlemesinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 f. I hükmü ile var olan “sınırlandırmaya” bir etkisi yoktur/olamaz.

O kadar ki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 f. I hükmü ile var olan sınırlandırma!

-Emredici niteliktedir, (HASANBÖHLER, Art. 169, Nr.9, KILIÇOĞLU, s. 6)

-Bu haktan önceden feragat edilemez, (ÖZTAN, s. 207)

-Eslerin anlaşması ile ortadan kaldırılamaz, (KILIÇOĞLU, s. 6)

-Açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem verilebilir.(ÖZTAN, s. 207) O halde düşüncemize göre bu çekişmede “şerhin yokluğunun” davanın kabulüne olumsuz bir etkisinden söz edilemez. Peki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunum 194 f. III hükmü ile getirilen şerhin etkisi nedir?

Şerhin etkisi, işlem tarafı “olmayan” (=olan değil) iyi niyetli üçüncü kişilerin iyi niyetini ortadan kaldırmaktan ibarettir. Hükmün tarihsel arka planı da bu görüşün yanındadır. (DURAL/OĞUZ/GÜMÜŞ, s. 215, ŞIPKA, s. 160) 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun m.194 hükmünde yer alan şerhin “açıklayıcı şerh” olduğu konusunda değerli çoğunluk ile aramızda bu sebeple “görüş birliği” vardır. Oysa değerli çoğunluğun uygulamada vardığı sonucun şerhin kurucu şerh olması ile hiçbir farkı bulunmamaktadır. “Şerh varsa korunursun şerh yoksa korunmazsın” anlayışı şerhe “kurucu şerh” niteliği vermektedir.

Oysa 4721 sayılı Türk Medeni, Kanunu’nun. 194. hükmünde yer alan şerhin “açıklayıcı şerh” olduğu tartışılamaz bile.

Açıkça ve altını çizerek ifade ediyorum ki “DAVA KONUSU TAŞINMAZ ŞERH KONULDUĞU İÇİN AİLE KONUTU OLMAMAKTADIR, AİLE KONUTU OLDUGU İÇİN ŞERH KONULABİLMEKTEDİR”

Ülkemizde tapu kayıtlarının “ezici çoğunluğunun” erkekler üzerinde olduğu gerçeğinden (Bu gerçek, farkında olunmamakla/görmezden gelinmekle maalesef yok olmamaktadır) konuya baktığımızda karşılaşılan manzara hiç de iç açıcı değildir. Önce mal rejimleri konusunda ‘sözleşme yükü” (4722 SK m. 10) altına sokulmuş olan kadınların bu kez de aile konutu (TMK m.194) koruması için “şerh yükü” “kanıtlama yükü” altına konulduğu gözlenmektedir.

Değerli çoğunluğun görüşünün özellikle kadının (Davacı malik olmayan rızası alınmayan eş) durumunu iyice güçleştirdiği görülmektedir. Rıza alınmadan yapılan işlemin “kesin hükümsüz” olduğu gerçeği karşısında kadına “kanıtlama kolaylığı” getirmek yerine bir de işlem tarafı üçüncü kişinin kötü niyetini kanıtlama külfeti ile yüklendirilmesi normun koruma amacı ile de doğrusu bağdaşmamaktadır.(ŞIPKA, s. 160)

Kanıtlama külfetinden “kurtulmanın” yolunun ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 f. III hükmünde yer alan şerhin varlığına bağlı kılınması bu şerh “açıklayıcı” şerhten “kurucu” şerh konumuna getirdiği/yükselttiği gibi, şerhin “yokluğunda” ise uygulamadaki bariz ispat zorluğu dikkate alındığında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 hükmünün uygulanamazlık anlamında “ölümü” sonucunu doğurmaktadır.

Bir an için akla gelebilecek “Aile konutu şerhi olmazsa/davalının iyi niyeti görmezden gelinirse mülkiyet ediniminde kaos olur” düşüncesi bile aile konutu şerhi gibi bir müesseseden yoksun İsviçre uygulamasında sanıldığı gibi bir kaos da yaşanmamış olması gerçeği karşısında inandırıcı değildir.

Malik olmayan eşin iyi niyeti/barınma hakkı/Kanunun koruma amacı ve hedefi/emredici yasal düzenleme ise işlem tarafı üçüncü kişinin iyi niyetine/yolsuz tescile “tercih” edilmektedir.

Malik olmayan eşinin rızasını almayan (TMK m 194 f. II), rızanın verilmeyişinden rahatsız olup da hâkimin müdahalesini talep etmeyen (TMK m. 194 f. II) başka bir anlatımla malik eşin izni ve hâkimin yetkilendirmesi olmaksızın adeta 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda yer alan düzenlemeleri “hiçe sayan’ umursamayan” malik eş bu davada “seyirci” statüsünde kalmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 hükmünü yok sayan ve malik olmayan eşin rızasını almadan/almayarak açık seçik/bilerek ve isteyerek mağdur eden malik eş, mağdur eşinin üçüncü kişinin kötü niyetini ispatlayıp ispatlayamayacağı yönünde bu davayı “sanki davanın tarafı değilmiş/sanki çekişmeyi kendisi değil de karısı çıkarmış gibi” sadece dışarıdan izlemektedir/izlemiştir.

Buna karşılık malik olmayan eş ise! gerçekleştirilen işlemlere hiçbir katılımı bulunmadığı halde yokluğunda yapılmış hukuki işlemde (aile konutunun devredilmesi) rızasının alınmaması sanki geçerli ve meşru imişçesine başka bir anlatımla ortada geçerli bir hukuki işlem varmışçasına hiç tanımadığı, çoğunlukla da tanımasının peşinen olanaksız olduğu işlem tarafı insanların/kişilerin kötü niyetini (TMK m. 1023) kanıtlamak zorunda bırakılmıştır.

Düşüncemizin anlaşılabilir kılınabilmesi ve doğru olarak değerlendirilebilmesi için öncelikli alarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda yer alan “Eşlerin hukuki işlemleri” konusuna açıklık getirmek gerekmektedir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 193 hükmüne göre “Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça”, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle “her türlü hukuki işlemi” yapabilir. Başka bir anlatımla “kural olarak” eşlerden her biri diğeri ile her türlü hukuki işlemi yapabileceği gibi eşlerden her biri üçüncü kişilerle de her türlü hukuki işlemi yapabilir. Eş ” kural olarak” herhangi bir yetkili makamın onayına bağlı olmadan ve “eşinin rızasını almadan” her türlü hukuki işlemi yapabilir. Bu konularda hâkim kararına gereksinim yoktur. (Ömer Uğur GENÇCAN, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu, Bilimsel Açıklama-İçtihatlar-ilgili Mevzuat, Yetkin Yayınevi, II. Cilt, TMK. m. 352-1030 Ankara 2007, Kısaltma: GENÇCAN-TMK-2, s. 1709)

Ne var ki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 193 hükmünde yer alan ‘Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça” ifadesine dayanılarak 4721 sayılı Türk \N Medeni Kanunu m. 194 hükmü ile eşlerden birinin aile konutu ile ilgili sadece aşağıdaki işlemlerle sınırlı olarak “fiil ehliyeti sınırlandırılmıştır”

-Aile konutuna ile ilgili kira sözleşmesinin feshedilmesi,

-Aile konutunun devredilmesi,

-Aile konutu üzerindeki hakların sınırlanması.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 hükmünde yer alan tapu kütüğüm kilitleme “kendiliğinden” gerçekleşmişken 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 199 hükmünde bir ‘‘hakim kararı’’ gereklidir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 hükmü ile eşlerin “fiil ehliyetinin sınırlandırılması” gerçeği ve gerekçesi “…Madde eşlerin aile konutlarıyla ilgili hukuki işlemlerde eşlerin serbestliği ilkesine istisna getirmiş ve böylece aile konutu ile ilgili bazı hukuki işlemlerin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kabul edilmiştir. Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yasadığı, anılarla dolu bir alandır Bu nedenle bu denli önemli bir malvarlığıyla ilgili olarak eşlerin tek baslarına hukuki işlemleri yapması diğer eşin önemli yararlarını etkileyebilir. Bunun sonucu olarak madde, konutla ilgi kira sözleşmesinin feshini, bu konutun başkalarına devrini ya da konut üzerindeki hakları ve buna benzer diğer hukuki işlemlerle tamamen ya da kimsen sınırlanmasını diğer eşin rızasına bağlamıştır….” sözleriyle ifade edilmiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 194 f. I hükmü ile eşlerin “fiil ehliyetinin sınırlandırılması” ise “Eşlerden biri, ‘diğer eşin açık rızası bulunmadıkça,’ aile konutu ile ilgi kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” sözleriyle biçimlendirilmiştir.

“Fiil ehliyeti sınırlamasına” yönelik düşüncemiz aynı zamanda İsviçre öğretisindeki “çoğunluk görüsü” olduğu gibi Türkiye öğretisinde de kabul gören bir düşüncedir.’(HAUSHEER/REUSSER/GEİSER, Art. 169, nr.37a, HASANBÖHLER, Art. 169, nrJ AKINTÜRK, s. 352-354, ÖZTAN, s. 205-206.)

Eşlerin “fiil ehliyetinin sınırlandırılması” olgusu diğer eşin açık “rızası bulunmadıkça vurgusu ile seslendirilmiştir. Başka bir anlatımla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 f. I hükmü ile aile konutunun başkalarına devri “diğer eşin açık rızasına” bağlanmıştır. Böylece aile konutu olarak özgülenen taşınmazın mülkiyetinin devri diğer eşin “rızasına bağlı” bir hukuki işlem olarak kabul edilmiştir. (Şükran ŞIPKA, Aile Konutu İle İlgili İşlemlerde Diğer Eşin Rızası (TMK. m 194), Doçentlik Başvuru eseri, İstanbul-2004, s. 137, Bilge ÖZTAN, Aile Hukuku Ankara-2004, s. 207, Ahmet M. KILIÇOĞLU, Türk Medeni Kanunu’nda Diğer Eşin Rızasına Bağlı Hukuksal İşlemler ve Yasal Alım Hakkı, Ankara-2002, s. 18)

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 f. 1 hükmü ile aile konutunuz başkalarına devri diğer eşin “rızasına” değil de “acık rızasına” bağlanmıştır. Rızanın sözlü olarak verilmesi yeterli görülse idi ‘rızasına” deyişi maksadı anlatmaya yeter de artardı bile. Oysa özellikle “açık rıza” deyişiyle maksadın farklı olduğu gösterilmiştir. Biz bu sebeple “açık rıza ” deyişini rızanın “resmi şekilde” olarak alınması olarak daha önce yorumlamıştık. (Ömer Uğur GENÇCAN\ Boşanma Hukuku, Yetkin Yayınevi, Ankara 2006, Kısaltma: GENÇCAN-Boşanma-2, s. 564,GENÇCAN-TMK, s. 1095) Nitekim İsviçre Tapu Tüzüğü (GBV) Art. 13a hükmü ile ZGB m. 169 gerekçesinde “yazılı rıza” deyişi varken İsviçre tapu uygulamasında da yazılı şeklin “resmi makam” tarafından onaylanması aranmaktadır. (SCHMID, s. 609, ŞIPKA, s. 143)

Rıza alınmadan yapılan işlemin ise “kesin hükümsüz” (GENÇCAN-TMK, s 1096,3036; GENÇCAN-Boşanma-2, s. 565) olduğu hemen hemen bütün bilimsel görüşlerde ve uygulamada kabul edilmektedir. (ŞIPKA, s. 153)

Kesin hükümsüzlük; – Rızası alınmayan eş tarafından “her zaman” ileri sürülebilir (ŞIPKA. s. 145)

-Hâkim tarafından re’sen dikkate alınmalıdır.(BRAEM/HASENBÖHLER, Zürcher Komm. Art. 169, N. 70, BERGER, S.75, ŞIPKA, S. 145, KILIÇOĞLU, s. 6)

-Bunun için dava açmaya bile gerek yoktur. (DESCHENAUX/STEINAUER. s. 107, BRAEM/HASENBÖHLER, Zürcher Komm. Art. 169, N. 70, GROSSEN, s. 106, RUOSSS, s. 85, TRAUFFER, s. 75, WESSNER, s. 95, ŞIPKA, s. 145)

Sonradan verilen rıza ise ex tunç (geçmişe etkili) olarak hüküm ve sonuç doğurur. Başka bir anlatımla işlemi “geçerli” hale getirir. (DURAL/OGUZ/GÜMÜŞ, s. 213, ÖZTAN, s. 207)

Rızası alınmayan malik olmayan eşin kararını bildirmesi için kendisine “işlem tarafı üçüncü eşi” tarafından BK. m. 38 hükmüne göre uygun bir mehil verilebilir. İşlem tarafı üçüncü kişi tarafından tanınan sürede rızası alınmayan eş tarafından bir icazet verilmediği takdirde “askıda olan hükümsüzlük” artık “kesin hükümsüzlüğe” dönüşür. (DURAL/OĞUZ/GÜMÜŞ, s. 213, KILIÇOĞLU, s. 22, ŞIPKA, 149)

Bütün bu sebeplerle İsviçre Hukukunda üçüncü kişinin iyi niyeti “hiçbir şekilde” korunmaz. (DURAL/OĞUZ/GÜMÜŞ, s. 214) Zaten “geçersiz olan” bir sözleşmeye dayanan iyi niyetle bir hak kazanımı da söz konusu olamaz. (ŞIPKA, s. 161)

Diğer eşin izni ve hâkimin yetkilendirmesi olmaksızın işlem tarafı üçüncü kişi adına yapılacak tescil “yolsuz °ir tescil” olup eşlerden biri tarafından açılacak olan tapu kütüğünün itilmesi davası (TMK m. 1025 f. I) ile düzeltilmesi her zaman istenebilir. (DURAL/OĞUZ/GÜMÜŞ, s. 215) Başka bir anlatımla rıza alınmadan yapılan hukuki işlem yersiz” olup rızası alınmayan eş bunun “iptalini” talep edebilecektir. (KILIÇOĞLU, s. 22)

İşlem tarafı üçüncü kişinin oluşan zararı ise culpa in contrahendo sorumluluğu kapsamında malik olan eşten istenebilir.

Karşı oyumuzun yer aldığı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının (YHGK, 4.10.2006,06/2-591, E. 2006/624) yayınlanmasından sonra “Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır” hükmü (TMK m. 1 f. III) uyarınca tarafımdan bilimsel görüşlerde izlenmiştir.

Karşı oyumuzdan “sonra yayınlanan eserlerde” Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına karşı bilimsel öğretide aşağıdaki görüşlerin sergilendiğini belirledik. GÜMÜŞ “TMK 194 öngördüğü şerh imkânı dışında, işlem tarafı üçüncü kişilerin TMK 1023′ten farklı olarak tescilin (kaydın) yolsuzluğu dışında salt tapu kütüğüne kayıtlı taşınmazın konutu niteliğine yönelik iyi niyetini koruyan bir hüküm içermemektedir.” düşüncesindedir. (Mustafa Alper GÜMÜŞ, Teoride ve Uygulamada Evliliğin Genel Hükümleri ve Mal Rejimleri, İstanbul – 2008- s. 104) GÜMÜŞ’E göre, “Sonuçta söz konusu YHGK kararı en kısa dönülmesi gereken isabetsiz bir sonucu yansıtır” (GÜMÜŞ, s. 104)

Görüşümüz SEROZAN tarafından da aynen benimsenmiştir.”Ne denli çok yinelense az sayılabilir; eşin oluru alınmadan yapılan aile konutunun devri işlemi devralan kişi ister iyi niyetli olsun ister kötü niyetli olsun, her halde kesin hükümsüzdür. Hele Yargıtay’ın MK 194 kuralına iliksin anti sosyal kararı ışığında yeni rejimin derhal yürürlüğünü bir devrim diye nitelemek büsbütün şaşırtıcıdır” (Rona SEROZAN, ” Aile Konutunun Şerhine Değişik Bir Yaklaşım”, Prof. Dr. Ali Naim İnan’a Armağan, Ankara-2009. s. 593).

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları dışındaki diğer yargı kararlarını uygulama zorunluluğu olmadığından (Serap HELVACI / Fulya ERLULE, Medeni Hukuk, İstanbul-2007, s. 24) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında (YHGK, 4.10.2006, E.-2006/2-591, K:2006/624) bulunan karşı oyumu bilimsel öğretide verilen desteğin doğal bir sonucu olarak aynı inançla sürdürmekteyim.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun sistematiği, Kaynak Kanun uygulaması, gerek Türkiye ve gerekse İsviçre öğretisindeki “baskın görüşler” dikkatle incelendiğinde değerli çoğunluk görüşüne katılabilmem olanaklı değildir.

Açıklanan sebeplerle yerel mahkeme kararının “belirttiğim gerekçelerle” bozulması “görüşünde olduğumdan değerli çoğunluğun “farklı görüşüne” katılma olanağım bulunmamaktadır.

Google de Nasıl Arandı;
izmir boşanma avukatı,izmir boşanma avukatları, izmirdeki boşanma avukatları, izmirin en ünlü boşanma avukatı,İzmirin en iyi boşanma avukatı, izmirdeki en iyi boşanma avukatları, izmirdeki en ünlü boşanma avukatları, türkiyede ki en ünlü boşanma avukatları, türkiyenin en iyi boşanma avukatları, boşanma avukatı, anlaşmalı boşanma, boşanma davası, avukat danışmanlığı, izmirde avukat ara, izmirde avukat bul, avukat arama, izmir avukatlar, sözleşmeli avukat, izmirde avukat arıyorum- izmir avukat, avukat izmir, bosanma, bosanma avukati, bosanma davalari, bosanma davası, bosanma davasi acmak, bosanma davasi karari, bosanma davasi, bosanma islemleri, bosanmada mal paylasimi, boşanma protokolü, boşandıktan sonra evlenme süresi, boşandıktan sonra nafaka, boşandıktan sonra tekrar evlenmek, boşanma avukat ücretleri, boşanma avukat, boşanma avukatı arıyorum, boşanma avukatı izmir, boşanma avukatı, boşanma avukatları izmir, boşanma avukatları, boşanma çocuğun velayeti, boşanma dava dilekçesi örneği, çekişmeli boşanma davası ne kadar sürer, çekişmeli boşanma davası, çekişmeli boşanma ne kadar sürer, çekişmeli boşanma,boşanma tazminatı nasıl alınır , bosanmada maddi ve manevi tazminat , boşanma tazminatı nasıl ödenir , maddi manevi tazminat davaları, boşanmada maddi tazminat , manevi tazminat şartları , boşanma tazminatı , manevi tazminat miktarı , boşanmada manevi tazminat şartları , boşanmada maddi tazminat miktarı , boşanmada maddi tazminat şartları , boşanma maddi manevi tazminat beklenen menfaatler , boşanma maddi manevi tazminat , boşanmada tazminat neye göre belirlenir , boşanma manevi tazminat alacaklının ölümü , maddi tazminat ve manevi tazminat ne demektir , TMK 174/1 , boşanmalarda maddi ve manevi tazminat tutarı nedir , boşanma maddi manevi tazminat zamanaşımı , boşanmadan tazminat , boşanmada tazminat nasıl ödenir , boşanmadan doğan manevi tazminatta zamanaşımı , boşanma maddi ve manevi tazminat , BOŞANMA MADDİ TAZMİNAT İRAD , manevi tazminat boşanmada , manevi tazminat boşanma , boşanmada en çok manevi tazminat ne kadardır , boşanmalarda tazminat miktarında kusurlu tarafın malı yoksa ödeme nasıl alınır , maddi tazminat ödenmemesi durumunda ne olur , maddi tazminat şartları , boşanmada maddi manevi tazminat , boşanmada maddi tazminat 2011 , boşanma tazminatı hangi mahkeme , maddi ve manevi tazminatta zamanaşımı , boşanma tazminat hangi durumlarda alınır , madi ve manevi tazminatın boşanma davasından sonra açılması , BOŞANMA SONRASI MADDİ MANEVİ TAZMİNAT NASIL ÖDENİR , maddi manevi tazminat davası hangi mahkemeye açılır , bosanma manevi tazminat , boşanmada maddi ve manevi azminatı gerektirecek şartlar , boşanmalarda tazminat , BOŞANMADA ödenmeyen tazminat , boşanmada tayin , boşanma davasında maddi manevi tazminat hangi durumlarda ödenir , boşanırken tazminat neye dayanarak istenir , bosanmada tazminat 2011 , ödenmeyen manevi tazminat , boşanma davalarında maddi manevi tazminat , tmk maddi tazminat , manevi tazminatın ödenememesi durumundane olur

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Share on Social Media
Follow us on Social Media